Televizyondaki tartışma programlarını ya da canlı yayındaki açık oturumları izliyor musunuz?
Bir konuşma ya da konuşamama durumu var ki akıllara zarar! Hele o sabahları canlı yayınlanan programlar, iyice çileden çıkarıyor insanı! Türkçe’ yi mahvetmelerini çoktan bir tarafa bıraktım; ama insanların birbirlerini dinleyememeleri anlaşılır gibi değil. Aynı anda üç kişi konuşmasa program, program olmayacak sanki!
‘Biliyorsan konuş ibret alsınlar, bilmiyorsan sus adam sansınlar’, demişler. Bu insanlarda susmak ne kelime! Hepsi, durmadan konuşuyor. Üstelik uzmanı olmadığı bir konuda, üstelik kimsecikler onların fikrini merak etmezken.
Herkes, her şeyi biliyor.
Hukuktan edebiyata, tarihten siyasete, tıptan astrolojiye kadar herkesin her konuda fikri ve bu fikri söylemeye de sonsuz bir cesareti var. Alim sanılmak filan kimsenin um urunda değil.
Zalimlik ön planda!
Oysa, kişi kendin bilmek gibi irfan olmaz, diyen bir neslin çocuklarıyız biz. Biliyorsan konuş, bilmiyorsan sus! Şart mı her konuda fikir beyan etmek Allah aşkına!
Programlara dikkat edin. Ön sırada neredeyse birbirinin aynı hanımefendiler, arkada ise emekliğinin tadını çıkaran beyefendilerle neden orada olduğunu bir türlü çözemeyeceğiniz, genç kuşaktan ve orta yaş grubundan birkaç kişi... Bu gençlerin okulu, bu insanların işi gücü yok mu, diye düşünüyor insan. Hepsi de tenis maçı izler gibi konuşmacıları takip ediyor, sonra da, ‘acaba ekranda nasıl görünürüm’, ‘bizimkiler de beni izliyordur’, ‘birkaç laf da ben edeyim bari’ telaşıyla mikrofon avına çıkıyorlar.
Her şeyden önce ‘söz’ ve ‘laf’ın aynı anlama gelmediğini bilmek gerekir. ‘Söz’ün içi doludur. Karşımızdakine söylediğimizde bir anlam ifade eder. Oysa ‘laf’ dediğimiz şey, daha değersiz, daha sıradandır. Onun için, laf ola beri gele, laf olsun diye söylemek, laf taşımak, laf etmek, gibi birçok deyim de vardır dilimizde.
Önemli olan laf etmek değil, söz söylemektir aslında.
Geçenlerde bir evlilik programında bağrışan iki hanımefendiye rastladım kanallarda gezerken.
Bağrışmaları ne kadar hanımefendiceydi tartışılır elbette; ama işin en çok tuhafıma giden yanı, karşılarında oturan kişilerin evlenmeleri durumunda mutlu olup olamayacakları konusunda bir türlü anlaşamamalarıydı.
İki insan evlenebilmek için televizyona çıkmıştı, karşılarında oturan kırk elli kişilik bir grup da acaba mutlu olurlar mı olmazlar mı konusu üzerinde resmen kavga ediyordu. İnanılır gibi değildi!
Nasıl bir millet olduk, diye sordum kendi kendime.
Sükûtu altın sayan bir kültürden gelip, büyüklerin sözünün kesilmeyeceği terbiyeleriyle büyüyüp, iki kişi konuşurken lafa girilmez tembihleriyle yetişip sonra da başkalarının sözünü kesmeyi, kimseyi dinlememeyi ve düşüncelerimizi bağıra çağıra söylemeyi erdem sayıyoruz
Kendi doğrularımızı bir tarafa bırakıp taklitçilik içinde kayboluyoruz.
Düşündüm ve üzüldüm.
Ne güzel (!) anlaşamıyoruz.