ABD seçim kampanyası sırasında tüm rakipleri tarafından tecrübesiz olmakla eleştirilen Obama hızla girdiği Ortadoğu’da kısa zamanda acemiliğinin kurbanı oldu.
Ortadoğu’nun karmaşık siyasi yapısı bugüne kadar dünyanın birçok tecrübeli politikacısını yuttu. Birçokları arayı bulayım derken, girdaba kapılıp siyasi kredilerini tüketti. ABD eski Başkanı Bill Clinton’un Camp David görüşmelerinde içinde düştüğü zor durumu gören halefi George W. Bush yıllarca önce şiddet durmalı diyerek bölgeden uzak durdu.
Beyaz Saray’da birinci yılını doldurmaya hazırlanan Barack Obama ise kendisine yakışan idealizmle ‘Ortadoğu Barış Süreci’ne başkanlığının ilk gününden itibaren özel önem vererek aktif arabuluculuğa soyundu. Bu iş için bulunabilecek en tecrübeli ismi, Kuzey İrlanda barış sürecinin mimarı Senatör George Mitchell’i görevlendirdi.
Ancak Obama bu süreci başından itibaren yanlış yönetti. Özelde Arap, genelde ise İslam dünyasına açılım yapma amacıyla İsrail’i kaldıraç olarak kullanmaya karar verdi. Yerleşimleri durdurmayı müzakerelerin ön şartı haline getirdi. Karşılığında da Arap ülkelerinden İsrail’i tanımaya yönelik adımlar atmalarını talep etti.
Yıllar boyunca ön şartsız İsrail ile müzakere eden Filistin yönetimi doğal olarak Obama’nın yükselttiği çıtayı benimsedi. Ancak Arap ülkelerinin İsrail’i tanımaya yönelik jestler yapmaya yanaşmaması ve İsrail’de seçimleri kazanan sağ koalisyonun yerleşimler şartına direnç göstermesi Obama’nın yeni Ortadoğu politikasını kilitledi.
ABD seçim kampanyası sırasında tüm rakipleri tarafından tecrübesiz olmakla eleştirilen Obama hızla girdiği Ortadoğu’da kısa zamanda acemiliğinin kurbanı oldu. Umut verici, empati dolu nutuklarının Ortadoğu girdabında suları durdurmaya yetmeyeceğini yaşayarak gördü.
Kahire konuşması Arap dünyasında umduğu değişim etkisini yaratamadı. Irak’ta kan akmaya devam etmesi, Afganistan savaşının çıkmaza girmesi ve İran açılımının henüz sonuç vermemesi Ortadoğu sokaklarında “Başkan yeni ama ABD bildiğimiz ABD” algısını pekiştirdi.
Arap kamuoyunda beklediği değişimi yaratamayan Obama, İsrail kamuoyunda ise “Arap ülkelerine şirin gözükmenin bedelini bizim canımızla ödemek istiyor” algısını yarattı ve İsrail kamuoyu nezdinde tarihin en “güvenilmez ABD Başkanı” oldu. Yakın geçmişte İsrail hükümetleri gerek Sina Yarımadası’nı Mısır’a iade ederken gerekse Gazze’den çekilirken on binlerce vatandaşını evlerinden söküp atmayı bildi. Yerleşimler meselesi müzakerenin ön şartı değil kapsamlı bir barış antlaşmasının sonucu olmalıydı.
Obama yönetiminin bu siyaseti en çok Filistin lideri Mahmud Abbas’ı zora soktu. Seçim yılına giren Filistin yönetimi için yerleşimleri durdurma şartı müzakerelerin olmazsa olmazına dönüştü. Netanyahu hükümetinin 1967’den beri ilk kez yerleşim inşaatında “moratoryum” ilan etmesi dahi “Kudüs’ü kapsamadığı” için Filistin yönetimince yeterli bulunmadı. Oysa ki daha bir yıl önce Olmert ve Abbas’ın bakanları neredeyse her hafta hiçbir ön şart olmadan barış görüşmelerini gerçekleştiriyorlardı.
Tırmandığı ağaçtan nasıl ineceğini bilemeyen kedi misali Obama yönetimi, Abbas’ı ofsaytta bırakırcasına İsrail’in yerleşimleri durdurma kararını yüksek sesle alkışladı. Mahmud Abbas buna “Obama barış için hiçbir şey yapmıyor” diyerek çok sert bir tepki verdi.
Obama yönetimi 2010 yılında barış sürecini yeniden canlandırmak istiyorsa öncelikle Filistin lideri Mahmud Abbas’ı ve Salam Feyyad hükümetini güçlendirici adımlar atmalı. Bununla birlikte kalıcı bir barış antlaşması karşılığında tarihi tavizler vermesini sağlayabilmek için İsrail kamuoyunun güvenini kazanması şart. Ortadoğu’nun girdabında bunların gerçekleşmesi için güzel sözlerden ve iyi hazırlanmış konuşmalardan çok daha fazlasına ihtiyaç var.