Son zamanlarda Türkiye’de yoğun bir çizgi roman patlaması yaşanıyor. Kafka’nın gerçeküstü Dava’sı, Dostoyevski’nin ‘felsefî cinayeti’ Suç ve Ceza bu furyadan nasiplerini ilk alanlar arasındaydı. Marx’ın Kapital’i de arkadan gelmekte gecikmedi. Shakespeare’in mangaları zaten raflardaydı, satışları arttı…
Görsel açıdan son derece güzel ve keyifli bir eğlencelik olan bu çizgi romanları okuyan eserin aslını da okumaya özenir mi acaba? Aslında bu, filmini izledikten sonra aynı eserin romanını okumaya benziyorsa da bu kez durum biraz farklı. Edebî romanlara meraklı olmayan bir yakınım var; klasik bir yapıtın filmini izledikten sonra romanını edinir, beğenirse o yazarın başka eserlerini de okur. Ama çizgi romanda durumun böyle olduğunu sanmıyorum. Sinemada yetenekli bir yönetmen klasik bir romanı aniden popüler kılabilir. Çizgi romanda ise senaryoyu yazanlar, görselliği ön planda tutmak tasasıyla, yazarın düşünce derinliğini, felsefesini, eserin edebî zenginliğini arka planda bırakmak zorundadırlar. Kanımca, Kafka’yı hiç okumamış ama ‘Dava’nın çizgi romanını edinen genç bir okuyucu, görsel bir şölenle karşılaşacak ama kitabın içeriğinde eserin aslını okumasını özendirecek herhangi bir unsura rastlamayacaktır.
Yukarıdaki saptamadan sonra sakın benim azılı bir çizgi roman düşmanı olduğumu sanmayın. Tam aksine, aldığım Fransızca eğitim gereği, çocukluğum Tintin, Pilot, Spirou gibi çizgi roman dergilerini okuyarak geçti. Tommiks – Teksas kültüründen de yoksun kalmadım. Ama favorilerim hep Red Kit ile Asteriks olmuştur. Hâlâ da bu kahramanların yeni albümleri yayınlandıkça alır, eski maceralarını fırsat buldukça yeniden okur, eğlenirim. En çok da Asteriks’in yol arkadaşı Oburiks’e (Obélix) gülerim. O şişko cüssesiyle tüm dünyayı alt etmesine hayranımdır. Çizgi roman yaratıcılarının vazgeçmedikleri bir özelliktir: Esas oğlanın yanına hep mizahi unsurları yükledikleri piknik bir tip katarlar. Profesör Oklitus, Doktor Salasso, Kaptan Hadok gibi…
MANARA, PERSEPOLİS ve MAUS…
Yukarıda sözünü ettiğim çizgi romanların dışında yetişkinler için bir başka tür var ki, çocukluğunda hiç çizgi roman okumamış kişiler bile bunlara bakmaktan haz duyarlar. Geçtiğimiz yıl ülkemize de gelmiş olan Milo Manara bu türün en bilinen çizeridir. Öykülerini senaryolaştırdıktan sonra yine kendisi resimler. Haliyle çizgiyle birlikte öykünün felsefesi de dile gelir.
İran asıllı Marjian Satrapi’nin çizgi romanları ise bambaşkadır. İran devrimi esnasındaki çocukluk ve gençlik yıllarını anlattığı Persepolis adlı romanının animasyonu geçtiğimiz yıllarda sinemalarda gösterilmişti. Henüz izlememiş olanlara DVD’sini izlemelerini öneririm.
Henüz filmi yapılmayan ama Pulitzer ödülünü almaya hak kazanan ve bugüne dek Türkçe dâhil neredeyse dünyanın bütün dillerine çevrilmiş olan bir eser daha var ki, işte o benim için gerçek bir başyapıttır. Art Spiegelman’ın Maus’undan söz ediyorum elbet.
MAUS, Auschwitz’ten sağ kurtulmayı başaran bir Polonya Yahudisinin kendi geçmişiyle hesaplaşmasını anlatır. Aynı zamanda savaş sonrası dönemin ilk kuşağı olan ve Holokost’un nedenlerini anlamaya çabalayan oğluyla çatışmasını da gözler önüne serer. Çizer Art Spiegelman, 70’li yıllarda Underground diye tanımlanan modern bir çizgi roman sanatçısıdır. MAUS’u çizmek Art Spiegelman’ın tam onüç yılına mal olur. Başlarken amacı kesinlikle belgesel boyutta bir çizgi roman yaratmak değildir. Yazarın bütün derdi babasını anlayabilmektir. Sadece çizgi roman meraklılarının değil, bütün kitapseverlerin duyumsayarak okuyacakları bu yapıt ilk okuduğumda başımı döndürmüştü! Aynı yoğun duyguları Ali Cevat Akkoyunlu’nun çevirisiyle yayınlanan Türkçe baskıyı okurken de yaşadım. Gözlem kitapevinden çıkan bu kitabın, nasıl olur da bu çizgi roman furyasında yeni baskı yapmadığına şaşıyorum…
…ve MOZOTROS
Belki çizgi roman tanımına girmiyor ama Şalom’da neredeyse yirmi yıldır aralıksız yayınlanan ve hemen herkesin beğenisini kazanan bir çizgi bant var. Yaratıcısı İrvin Mandel, yakın dostumdur. Kimi zaman isimlerimizi karıştıranlar olur, ben de biraz ironiyle, “Yok, ben anlaşılmayan karikatürleri çiziyorum, güzel esprileri yapan İrvin’dir” derim. Gerçekten de çizgisindeki sadeliğe, içtenliğe ve müthiş mizahına hep hayranlık duymuşumdur. İrvin yaşadığı dönemi, sosyal çevresini kendisine has bir bakışla hicvederken, bu bantlarını kitaplaştırarak günümüze ait önemli bir belge aktarıyor. İrvin Mandel’in Mozotros Ailesi’ni bir çizgi roman mantığıyla okumak pekâlâ mümkün. Bantlar fıkra olmaktan uzak, birbiri peşi sıra okunduklarında Türk Yahudilerinin bugünkü yaşamları hakkında önemli ipuçları verecek sürekli bir çizgi roman niteliğine bürünüyor. Bu kadar uzun süren benzer bir çalışmanın yapıldığını sanmıyorum. Şimdiden beş cilde ulaşan Mozotros Ailesi koleksiyonu, bu gidişle Avram Galante’nin dokuz ciltlik Türkiye Yahudileri Tarihi’nden sonra kitaplıklara giren en değerli eser olacak. Ha gayret İrvin! Az kaldı…