30 Kasımda yine başladılar!
Süpermarketlerden içeri girerken elinize bir bilgi notu tutuşturuyorlar ya da herkes zaten biliyor, alışverişini yapıp kasada parasını ödeyen çoğu insan çıkışta büyük karton kutularla bekleyen gönüllülere torbalarını teslim ediyor. Bağışlarda çoğunlukla bozulmayan yiyecekler tercih ediliyor: un, şeker, pirinç, makarna, hububat, kahve, konserve... Les Restaurants du Cœur aksiyonundan bahsediyorum. Adı bile ne güzel değil mi? Yürek restoranları mı desem gönülden, kalpten gelen mi desem...
‘S’il y a des gens qui sont intéressés pour sponsorer une cantine gratuite...’ Bedava bir kantin sponsor etmek... Ünlü komedyen Coluche’ün 26 Eylül 1985’de bir televizyon programında bu sözleriyle başlayan girişim sanatçının, bir yıl sonra bir motorsiklet kazasında 42 yaşında vefatına rağmen, 25 yıldır gönüllü ekipler ve halkın bağışlarıyla Fransa genelinde gelişerek büyümekte. 2.028 merkezde ihtiyaç sahiplerine ulaşan derneğin birincil hedefi yiyecek paketleri ve sıcak yemek dağıtımı. Malzeme pişirebilme olanağı olan ihtiyaç sahiplerine erzak dağıtıyorlar, evsiz olanlara ise merkezlerinde hergün bir kaç kap yemek... Bu merkezler insanların aynı zamanda rastlaşma, dertleşme, paylaşma noktaları. Ayrıca sebze ve meyve yetiştirdikleri Jardins du Cœur, bir meslek edindirmek için açılan Ateliers du Cœur, bebekler için mama, giysi, bez gibi malz
Bu satırları yazarken evimdeki pencerelerin yerine yenileri takılıyor. Tüm çerçeveler bir anda söküldüğünden ve dışarısı buzzz gibi soğuk olduğundan evin içinde dondurucu bir hava var. Rüzgarın uğultusu kulaklarımı sağır ediyor. Ocakta çay kaynıyor ki benim ve çalışan üç Türk(!) ustanın sıcak bir bardakla içimiz azıcık da olsa ısınabilsin. Fransız şirket işin en az iki tam gün süreceğini söylemişti ama arkadaşlar ‘5-6 saatte bitiririz abla’ diyorlar. Yaşasın Türk pratikliği! Üzerimde palto, çizme ve kakuletayla bilgisayarımın başında ellerimde eldivenler şu yazıyı yazmaya çalışırken Paris sokaklarında havalandırma mazgallarının üstünde, metro istasyonlarında ısınmaya çalışan evsiz insanlar aklıma geliyor. Aslında soğuk kış günlerinde dışarının ayazından evimin kapısını açıp içerideki sıcağa adım attığımda hep aynı şeyi düşünürüm: Tanrı kimseyi evsiz, barksız, aç, susuz koymasın. Rahmetli anneannem ‘başını sokacağın bir barınağın ve bir kap sıcak çorban varsa, sağlığın da idare ediyorsa gerisi öylesine boş ki’ derdi. Ne kadar doğru...
Her 12 euroluk bağışla, merkezin bir ihtiyaç sahibine 15 gün boyunca sıcak yemek dağıtması sağlanabildiğine ve ‘loi (kanun) Coluche’ (dünyada, kanuna adı verilen tek komedyen olsa gerek) sayesinde bağış tutarının %75’i vergiden düşülebildiğine göre başka yoruma gerek var mi ? Ne güzel sözdür Özdemir Erdoğan’ınki: ‘Almanın zevki bir an, ver ki kalasın.’ Dilerim verebilmenin mutluluğu herkese nasip olsun ve kalplerimizin sofrası her daim açık kalsın.
***
Yine bir yılın son günlerini yaşıyoruz. Her yıl bu dönemde hep aynı ‘film’i seyrediyoruz gibi geliyorsa da bana, insan hayata azıcık renk katan atmosferin büyüsüne kapılmadan edemiyor. Yerli ve yabancı turistler Paris’e akmaya başladı; alışveriş çılgınlığı önümüzdeki günlerde delice bir koşturmaya, uzun kuyruklara dönüşecek. Birazcık hayal kurma, belki kısa bir tatil ya da misafir ağırlama zamanı... Meydanlara kurulan buz pateni alanları, gözünüzü alamadığınız vitrin süsl
Yıl sonu nostaljisinden mi bilinmez son gunlerde eski yılbaşı geceleri film şeridi gibi geçiyor gözümün önünden: bankacılık yıllarımda 31 Aralık akşamı tüm hesaplar tutmadan şubeyi kapatamamak, eşimin masamın yanındaki koltukta sabırsızca ‘hadi ama Sibel, bitirin de gidelim artık’ söylenmeleri, ‘ya bu bankacılık da meslek mi, nasıl düştük biz bu işe’ yakınmalarımiz ardından mesai arkadaşlarımızla işi şakaya vurup kadehlerimizi şerefe kaldırışımız… Ah ne günlerdi o günler… Daha da gerilere gidersem çocukluk yıllarımda yılbaşı akşamları güzeldi: aile arasında toplanmalar, annemin özenli, lezzetli, güzelim sofrası, kuzenler, yeğenler, büyükanneler/babalar, halalar, amcalar, tombala, cicili bicili hediye paketleri, gece yarısı olmadan kanapede sızan biz çocuklar.. Genç kızlık yıllarımda ise kimi yılbaşı geceleri hayal kırıklıklarıyla da eşdeğer olmuştur: Sanki o gece çok özel olacakmış gibi hazırlıklar, en eğlenceli programı, en iyi lokali, en lezzetli menüyü seçmek için çırpınmalar, giysim, saçım-başım çok güzel olsun debelenmeleri… Çoğunlukla çok eğlenmeyi beklerken hiç eğlenememek… İşin sırrı çok büyük beklentilere girmeden geceyi oluruna ve ruh halinizin akışına bırakabilmekte sanırım.
İster klasikçi olun ister daha maceracı ya da egzotik… Dünyanın neresinde olursanız olun, yeni deneyimlerle süslü, zevk ve sevinç getiren günleri bolca yaşayabileceğiniz, sıkıntı ve dertlerle başedebilme gücünü kendinizde bulabileceğiniz, emeğinizin karşılığını alabileceğiniz, değer verdikleriniz ve size değer verenlerle paylaşabileceğiniz güzel bir yılınız olsun.
2010’da Paris Esintisi yazılarımıza devam…