Bir Galatasaray taraftarı olarak bu yıl biraz daha iddialı olup sezon başından beri Ali Sami Yen’e daha sık uğrar oldum. Daha önceleri ortalama bir taraftar profiline sahipken bu ziyaretlerim sonucunda, kendimdeki değişimleri ve izlenimlerimi burada sizinle paylaşacağım.
Baştan söylemek gerekirse hiçbir zaman çok koyu bir taraftar olmadım ama her zaman takımımı yakından takip ettim. Gündem, transferler ve maçlar hepsi kontrolüm altındaydı. Fakat daha önceleri Galatasaray’ın oynayacağı maçlar hafta sonu programımı şekillendirmiyordu. Sakin bir şekilde düşündüğümde maçın içinde gelişen pozisyonları yorumlarken bile objektif bakabiliyordum. Ligi zorlayan Anadolu takımlarına sempatiyle yaklaşıyordum.
2009-2010 sezonun başlaması ve Ali Sami Yen’deki her maçı yerinde izlemem ile birlikte, geriye dönüp baktığımda artık farklı bir gözlüklerle maçları izlediğimi fark ettim. Sezonun ilk yarısının ilk bölümünde iyi skorlar ile birlikte her şey yolundaydı. Buna rağmen tribünün hemen yanında oturan rakip takım taraftarları benim oturduğum tribünde “bizi sinirlendirmek için gelmiş her türlü sıfatın onlara karşı kullanılabileceği insan topluluğu” olarak görülüyor. Her bir tarafı çevrilmiş olarak bulundukları tribün âdete bir kafesi andırıyor. Bu yüzden sanki onları en fazla sinirlendiren veya en fazla olumsuz sıfat söyleyenin maçın adamı seçilecekmiş gibi bir durum vardı. Bunun dışında rakip takım taraftarlarının yanında bir de rakip takım futbolcuları var. Onlar giydikleri formayla birlikte her kim olursa olsun ‘düşman’ kategorinde kabul ediliyor. İsterse yıllarca sizin takımınız için ter dökmüş bir futbolcu olsun. Her şey bir anda bir gol için silinip atılabiliyor. Bunun yanında rakip takım oyuncuları da bir profesyonel gibi değil de tribündeki taraftarlar gibi hareket ettiği zaman işler çığırından çıkması daha kolay oluyor. Buna örnek olarak Galatasaray-Antalya maçındaki kaleci Ömer’i gösterebiliriz. Veya zorlanmadan, Galatasaray-Fenerbahçe maçlarının tamamını kabul edebiliriz.R.Carlos ve Lincoln’ün birbirine sarıldığı, Arda ve Semih’in kavga ettiği fotoğrafı gözümüzde canlandırırsak bu bize profesyonel futbolcu ve taraftar futbolcu arasındaki farkı daha net ortaya koyar.
Sosyal hayatta da değişimlere uğruyorsunuz. Öncelikle konuşurken cümlelerde Galatasaray kelimesi çıkmış onun yerine ‘biz’ kullanılmaya ve tabi ki diğer takımlara da ‘siz’ kelimeleri konuşma dilinizde kullanılmaya başlanılıyor. Önemli maçların öncesinde anlamsız bir heyecanla gündemi yakından takip ediyorsunuz. Hassas olduğunuz bu günlerde yöneticilerin yaptığı anlamsız açıklamalar, tribünde deşarj olmanızı kolaylaştırıyor.
Bunların sonucunda kendinizi sadece stada değil, televizyon başında bile sesiniz çıktığınca futbolculara direktif verirken, onların ıska geçtiklerine kendi salonunuzda voleye kalkarken ve anlamsız bir taç veya kornere bile çılgınca bağırırken bulabiliyorsunuz. İşte artık siz bir fanatiksiniz.
Yukarıda sıralanan davranışlar kuşkusuz tribünlerde görmek istemediğimiz hareketlerin hafifletici sebepleri değildir. Bu nedenler de kimseyi haklı göstermeye yetmez. Taraftarı şiddete iten nedenler ne kadar fazla ve ne kadar tetiklenirse sonuçta bir o kadar kaçınılmaz olur. Yazının sonunda fark ettim ki, hâlâ olaylara dışarıdan bakan bir bakış açımı koruyorum. Bu yüzden kendimi fanatik saymıyorum…