Hatırlayacaksınız, Şalom bundan on beş gün önce bir Amerikan şirketinin araştırma sonuçlarını manşetine taşımıştı. Başlık aynen şöyleydi: “Gayrimüslimlere bakışta olumsuz tablo”. Altındaysa yanyana iki liste yer almıştı: Yahudilere bakış, Hıristiyanlara bakış…
Listeleri kıyaslayınca Yahudiler ipi göğüslüyor gibiydi: Türkiye’nin %6 sı Yahudilere olumlu yaklaşırken, %73’ü olumsuz bakıyor. Kalan %21’in nasıl baktığı hakkında herhangi bir ipucu yok. Belki hiç bakmıyor, belki sadece bakıyor ama görmüyor…
Bu araştırmayı okuduktan sonra bi tuhaf oldum. Sabahları alt kattaki komşumla kapıda karşılaştığımızda, “Günaydın, nasılsın?” derken bunu hangi duygularla soruyor diye sorgulamaya başladım. Gerçekten iyi olmamı mı umuyor? Yoksa, “Bu sabah pek iyi değilim” dememden haz mı duyacak? %21 ihtimalle hiç umursamıyor, laf olsun diye soruyor…
Araştırmanın bence en önemli eksiği olumlu bakış tanımının yapılmaması. Ne demek olumlu bakmak? “Siz Yahudisiniz, ben size olumlu bakıyorum!” Öyle bir yaklaşım olabilir mi? Bence araştırmayı yayımlayanlar gereksiz kibarlık etmişler, sevgi sözcüğünün içini kendilerince daha alengirli bir kavramla doldurmaya kalkmışlar. Oysa işin özünde sevmek fiili var: Yahudileri sevmek ya da sevmemek…
Aslında bardağın dolu tarafına bakınca, %6’nın Türkiye’de 4,5 milyon kişiye denk geldiğini görüyorum. Şaka değil, ülkemde tam 4,5 milyon insan ‘beni’ seviyor! Gazetecinin gazeteciden, savcının savcıdan, politikacının politikacıdan, kulüp başkanının kulüp başkanından sakındığı ülkemde, tam dört buçuk milyon insan tarafından sevilmek fena mı?
Oysa yine de içim pek rahat değil. Oldum olası durduk yerde söylenen ‘seni seviyorum’ cümlesinden ürkmüşümdür.
1995 yılında Portekiz’in Vilamoura kentinde Avrupa Briç Şampiyonası düzenlenmişti. Karım o yıllarda Türk Briç Takımı oyuncusu olduğundan, ona refakat etmiş, bayan briç takımının kaptanı son anda Portekiz’e gelemeyince kaptanlık görevini üstlenmiştim. İlk günler kıyasıya bir mücadele veriyor, şampiyonluğa oynuyorduk. Türk takımının bu beklenmedik başarısı ister istemez herkesin dikkatini çekmişti. Maçlarımızı giderek daha fazla seyirci izliyordu. Zirveye oynadığımız maçlardan birinin hakemi Fransızdı. Kurallarda olmamasına karşın maç boyunca başımızdan ayrılmamış, adeta rakiplerimizle bir olmuştu. Hatta bunun da ötesine geçerek oyuna doğrudan müdahale etmiş, puanlarımızı gaspetmişti. Haksızlık karşısında çok öfkelenmiştim. Deneyimli Milli Takım oyuncusu Melih Özdil’den yardım istemiş, apel komitesine başvurmuştuk. Savunmamız sonucunda haklı bulunmuş, puanlarımız iade edilmişti. Ama takımın morali bozulmuştu bir kere, şampiyonluk hayaldi artık…
Bu olaydan iki gün sonra, Fransız hakemle asansörde karşılaştık. Beni tanıyınca “Bonjour!” diye sırıttı. Bendense homurtuya benzer bir hoşnutsuzluk nidası çıkmış olmalı ki adam üsteledi: “Bana kızmayın, ben Marsilyalıyım, Türkleri tanırım, çok severim.” İşte bu, bardağı taşıran son damla oldu! Kendimi tutamadım, “Size göre sevgi ille de becermek mi demektir?” dedim ve kendimi asansörden dar attım.
Geçenlerde, Şalom’a da konuk olmuş köşe yazarlarından biri, basında adet olduğu veçhile köşesinden Yahudilere çaktı: “Darbeciler, gayrımüslimlerin şirketlerine yönelik yeni bir varlık vergisiyle elinizde ne var yok alacak, sizden hâlâ tık yok!” Nasıl tıklasak ki? En son tıklamayı 1928 yılında, Elza Niyego cinayetinin ardından yapmış olan yaşlılarımız bize tık çıkarmamayı öyle iyi bellettiler ki!
Kaldı ki peşpeşe açıklanan dehşetengiz komplo planları da henüz kanıtlanmış değil. Tutuklanan eski Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan’ı yakından tanıma onuruna erdim. Karıncalara dahi zarar vermekten sakınan bir insan olduğuna tanığım, nerde kaldı camileri sinagogları bombalamak gibi akla mantığa zararlı işler tasarlamak! Emekli orgeneral hakkındaki doğru kararı yargının vereceğine gönülden inanıyorum. Darbe planları bir yana, yetmiş yıllık yaşamı boyunca pek çok büyük başarıya imza atmış bu değerli insana internet ortamında isnat edilen en büyük suç nedir biliyor musunuz? İşte size internetten bir alıntı:
“Bugün Gazetesi’nin haberini okuyunca tüylerim diken diken oldu.
Nasıl oluyor da benim paşam kızını Musevi asıllı birine verebiliyor?
İsteyen istediği insanla evlenebilir ama Paşa’mın kızı asla bir Yahudi ile evlenemez.”
Yukarıdaki yüzlercesinin içinde en masum ve Türkçesi en düzgün olanı... Kimi gazetelerde çıkan yazıları okuyorum, internet sitelerine düşen yorumlara bakıyorum, ‘aman bizi bu kadar sevmeyin’ diyorum, ‘lütfen sevmeyin!’ Zaten akvaryumda kaç tane süs balığı kaldık ki? Ne ka’ sevgi, o ka’ Yavudi!