George Orwell 1984 adında bir roman yazdı. Bu romanı yazdığında yıl henüz 1948’di. Şu anda İngiltere’nin içinde olduğu coğrafyada kurulmuş Oceania adlı ülkede ‘Büyük Birader’ gözetiminde geçen bir roman. Büyük Birader hem koruyor, hem de gözetliyor. Ancak varlığından kimse tam olarak emin olamıyor. Özgür ifade yasağı var. İnsanların günlüklerine bile düşüncelerini yazmaları suç. İrade yerini korku ve sadakate bırakmış. Ülkedeki bilgi akışı kontrollü, vatandaşların tarihle ilgili bilgileri sıfırlanmış durumda. Karşı düşüncesi olanlar Büyük Birader’i tekrar sevmek için ‘öğrenme-kabullenme’ sürecinden geçiyorlar. Teknoloji, vatandaşların gözetlenmesi ve dinlenmesi için kullanılıyor. Kameralar ve mikrofonlar özel hayatı izliyor, takip ediyor. Sansür ve kontroller insani zevklere ve duygulara yön değiştirtiyor. Günlük kullanımdaki bütün sözcükler iki anlamı olacak şekilde ve düşünceyi idare edecek şekilde yeniden yaratılıyor. Ülkede genel bir yoksulluk ve bakımsızlık havası var. Büyük Birader adı altında hareket eden parti yetkililerinin neden böyle davrandıkları ise hiç belirtilmiyor.
Nereden aklına gelmiş böyle bir konuda yazmak?
***
Hamursuz Bayramı sizin anlayışınıza göre kaç gün sürer? Bana göre tahmini 2 ay sürüyor. Derneklerimizin bayramı şubat ayının ortalarında müjdelemesi ile o hava başlıyor. Hediyelerin seçilmesi, adreslere yaklaşık 3 hafta önceden ulaştırılmaya başlanması, evin kap, çanak, çerçeve, reçel, badem gibi eğlenceli şeylerle dolmasının getirdiği vakitsiz heyecan, sonra gerçek bayramın, düşüncenin fazlasıyla kanıksamış olmasından, bir geçiştirme ve bıkkınlığa dönüşmesi, sonra hayatın ve midelerin tekrar normale dönmesi yaklaşık 2 ay sürüyor.
Bayram ruhunu biraz daha kompakt yaşamak istiyorum. 12 aylık bir yılın 2 ayına serpişmesini istemiyorum. Gönüllü yapılıyor vs gibi açıklamalara gerek duymayacak kadar bilinçliyim. Yine de sürecin bu kadar yayılmasının bir başka seçeneği var mıdır diye düşünmeden edemiyorum…
***
Sallinger’in ‘Çavdar Tarlasındaki Çocuklar’ını okudunuz mu? 17 yaşında dersleri yüzünden okuldan kovulan bir gencin ailesine durumu haber vermeden önce tek başına New York’ta geçirdiği günleri anlatır. Kafası tamamen karışmış olan Holden, normallik sınırında gezinmektedir. Okuldaki dengelerle başa çıkacak kadar yapılı, komik veya akıllı olmadığı için her şeye isyan etmekte ve yalnızlığı tercih etmektedir. Ama aynı zamanda bundan acı da duymaktadır. Büyümenin insan masumiyetini yok ettiğini düşünür. Çocukluğun saflığına özlem duyar. Bu özlemini sürekli olumsuz ifadelerin ardına saklar. Söyledikleri genelde basite indirgenmiş de olsa doğrulardır... Yakınlaşmaktan korktuğu için ikili ilişkilerde kaba ve yanıltıcı olmaktadır... Yıllar önce çocuk kitabı diye okuduğum bu kitabı geçenlerde tekrar okudum. O yıllardan sadece inanılmaz sayıda argo kalmış aklımda. Hâlbuki ne çok sembol vardı o kaba saba isyankâr çocuğun dünyasında. Örneğin Holden NY’ta taksi ile dolaşırken şoförlere bir soru yöneltiyordu: Kışın göletler donunca Central Park’taki ördekler ne oluyor? Kimsenin kafa yormadığı bu durum Holden için merak konusuydu. Şimdi anlıyorum ki Holden, ördeklerin her kış yok olmasını ve her baharda tekrar ortaya çıkmasını bir umut olarak görüyordu.
Demek ki bazı değişimler kalıcı değil döngüsel de olabiliyor…
***
Geçenlerde ikinci Güldünya konserine gittim. Şalom’daki ilk yazımda o konserden bahsetmiştim. Demek ki tam bir senedir bu gazetede yazı yazıyorum. Her bir yazımı severek yazdım. Başı- sonu olan vasat bir yazı bile yaratmak büyük bir serüven. Elime kalemi veren Genel Yayın Yönetmenimiz İvo’ya minnet ve sevgilerimle.