Bazen hayatımızı başkalarının mutluluğu üzerine kurabiliriz. Tek düşüncemiz o kişilerin üzülmemesi, yaptıklarımızdan dolayı acı çekmemeleri, o kişilerle ilişkimizin bozulmamasıdır. Böyle yapmamızın tek nedeni, farkında olsak da olmasak da o kişilerin onayını ve sevgilerini kazanmaktır. Tek istediğimiz onların mutluluğu gibi gözükebilir ama esas nedenimiz bizi sevmelerini sağlamaktır. Ve bunu kendimizi yok sayarak, kendi hayatımızı yok sayarak yaparız. Yani kendi hayatımızı o kişilerin sevgi ve onayına karşılık satarız.
Bu, içimizde gittikçe büyüyen bir kızgınlığa neden olur. Sevgisini istediğimiz kişilere içten içe bir kızgınlık duymaya başlarız. Bizi herhangi bir konuda onaylamadıklarında bu kızgınlık daha da artar. Farkında değilizdir aslında sadece kendimize kızdığımıza. Kendi hayatımızı başkası için satmış olduğumuz, kendimizi yok saydığımız her an kendimize öfkemiz büyür içimizde. Karşımızdaki kişinin bizi onaylamama hakkı vardır. O bizim ondan alacağımız sevgi uğruna hayatımızı yok saydığımızı bilmiyor bile olabilir.
İçimizdeki sevgi açlığı hiçbir zaman başka biri tarafından doyurulamaz. Verilen sevgi ne kadar fazla olursa olsun eğer biz o açlığı içten doyuramazsak, dışarıdan gelen bize hiçbir zaman yetmeyecektir. Hep daha fazlasını istiyor olacağız. İşin başka acı bir boyutu da başka hiç kimseye sevgi veremeyeceğimizdir. Bizde olmayan bir şeyi başkasına nasıl verebiliriz ki? Ancak sahip olduğumuz şeyleri paylaşabiliriz. Sevgi açlığı çekerken kime ne kadar sevgi sunabiliriz ki?
Sevgi açlığımızın ancak kendimizi sevmekle, onay alma ihtiyacımızın aslında kendi onayımızı almakla giderileceğinin farkına vardığımızda ikinci doğumumuzu gerçekleştirmeye ilk adımı atarız.
Her bir insan hayatında iki kez doğuyor. Birincisi anne ve babamızın bizi dünyaya getirmesi ile ikincisi ve gerçek doğum ise bizim kendimizden, kendi küllerimizden doğumumuz. Bizim kendi annemiz ve babamız olduğumuz, içimizdeki küçük çocuğa ihtiyacı olan sevgiyi, onayı verebildiğimiz zaman. İşte biz o zaman yeniden doğuyoruz. O zaman kimseye ihtiyacımız olmuyor.
O zaman kendimizi sevmeyi deneyimliyoruz ve o zaman başkalarını da gerçek anlamda sevmeye başlıyoruz. Çünkü o zaman kendi hayatımızı satmamız gerekmediğini görüyoruz, başkalarının sevgisini kazanabilmek için. Mutlu olmak için sadece kendimize onay vermemiz gerektiğini görüyoruz.
Kimseye doğrultmuyoruz aslında kendimize olan kızgınlığı. Kendi hayatımızın sorumluluğunu elimize alıyoruz ve kendi seçimlerimize göre yaşıyoruz.
Yıllardır suçladığımız insanların aslında en çok onaylarını, sevgilerini almaya ihtiyaç duyduğumuz insanlar olduğunu görünce kurduğumuz bu oyunun anlamsızlığını görüyoruz. İstemediğimiz hayatlar yaşayarak aslında hem kendimizi hem onları mutsuz ettiğimizi görüyoruz. Biz hayatımızın sorumluluğunu elimize alınca o kişilerin de yüklenmiş oldukları bu rolden rahatladıklarını görüyoruz.
İlişkilerimiz değişiyor. Onayına ve sevgisine tek ihtiyacımız olan kendimizi daha da çok seviyoruz, saygı duyuyoruz, değer veriyoruz. Ve sahip olduğumuz sevgiyi başkalarıyla paylaşıyoruz. Biz paylaştıkça da etrafımızdan daha çok sevgi, onay ve saygı görüyoruz. Bu bir alış-veriş döngüsüdür. Veriyoruz, alıyoruz. Neyi verir isek o aynen bize geri geliyor. Sevgi verdikçe daha çok sevgi, neşe verdikçe daha çok neşe gelir bizi bulur. Verdiğimiz her şey bize geri gelir. Evrenin kuralıdır bu.
Hayat, insanın kendisine bir yolculuktur. Kendi oyunlarımızın farkına varmak bizi özgürleştirir. Hayattaki en büyük yatırım insanın kendine yaptığı yatırımdır. Kendimizle çalışalım ve kendimize yatırım yapalım. Biz özgürleşip, hafifleyip, tekâmül ettikçe; gerçek mutluluğun, neşenin dışarıdan değil içten geldiğinin farkına varırız.
Her birimizin ikinci doğumunu gerçekleştirmesi dileğiyle…