Bir ofiste altı kişinin aynı anda ‘sağlıklı beslenme’ programı uyguladığını düşünün. Sağlıklı beslenme diyorum çünkü diyet yapmak veya perhizde olmak sözleri kulağa son derece itici geliyor. Herkesin masasının üstünde sıra sıra su şişeleri duruyor. Malum günde en az iki litre su tüketmek lazım. Toplu halde disiplinde olmanın en güzel yanı etrafta göze ve damağa çekici gelebilecek hiçbir gıda maddesinin bulunmaması. Kimi bildiği gibi, kimi ise diyetisyenleri mutlu ederek sürdürüyor incelme çabasını. Ancak, diyetisyenlere gidenler de kendi aralarında birkaç gruba ayrılıyorlar. Herkesin elinde değişik bir liste var. Bu çeşitlilik öğlen yemeklerinde farklılık yaratmıyor. Nasılsa herkes aç. Herkes önündeki tabağa bakarak karnını doyuruyor. Ancak öğle tokluğu geçip, akreple yelkovan saat dördü gösterince ipler kopuyor. Karşınızda oturan arkadaşlardan biri çantasından bir poşet çıkartıyor. İçinden dünyanın en güzel minik kırmızı domatesleri çıkıyor. Ara öğün vakti gelmiş. Ama benim kepekli diyet bisküvilerimi yememe daha bir saat var. Domateslere yan yan bakıyorum. Bir başka arkadaş, bir çay bardağı tabağına sayıyla beyaz leblebi koyuyor. Ne günlere kaldık. Avuç avuç yediğimiz leblebiler de kıymete bindi. Onlara da kaçamak bir göz atıyorum. Aslında ne görsem bakacağım. Mide tokluğu kadar göz tokluğu da söz konusu. Öyle olmasaydı bir oda dolusu insan aynı anda ‘sağlıklı beslenme’ projesine katılır mıydı?
***
Yemekten söz etmişken aklımdan hiç çıkmayan bir konu var: Sokak çocukları. Nereye gitsek, nereye baksak oradalar. Söz konusu çocuklara birçok şekilde yardım etmeyi hedefleyen Türkiye Sokak Çocukları Vakfı adlı kurumun tabii ki farkındayım. Ancak öylesine çoklar ki… Her akşam iş çıkışı aynı manzara ile karşılaşıyorum. En az beş-altı çocuktan oluşan bir grup sizi abluka altına alıyor. Para istemiyorlar, ama koro halinde birkaç nakarat sıralıyorlar: ‘Abla bir poğaça alsana’, ‘Açım abla bir ekmek alsana’ veya ‘Güzel ablam karnımı doyursana.’ Her seferinde içim burkuluyor. Belli etmeden yüzlerine bakıyorum. Aralarında öyle güzel olanları var ki. Gözleri kocaman bakıyor. Kiminde pırıltıyı hemen yakalıyorsunuz, kimi ise sürüye takılmış gidiyor. Yetişkin olsalardı, bu denli umursamazdım. Ama konu çocuk olunca olay farklılaşıyor. En azından bu gruptakilerin öyküsünü bilmek isterdim. Bilseydim inanır mıydım? İnansaydım güvenir miydim? Öyle kötü bir zamanda yaşıyoruz ki. Çocukları doyurmak için çantamı açsam, bir başkalarının çantamı kapma olasılığı hayli yüksek. Dolayısıyla çok istememe rağmen vazgeçiyorum. Sokak çocuklarına yardım etmek bireysel girişimlerle olmuyor. Vakfa başvurmak en akılcı yol. İlgilenebilecek olanlar için e-posta adresini veriyorum: [email protected]