Piyale Madra, Tan Oral, Semih Poroy ve Behiç Ak teklifi duyar duymaz kabul ettiler. 2000 yılının Nisan ayında yola koyulduk. Yol boyunca gördüğümüz manzara korkunçtu. Adapazarı’na girince durum daha da içler acısı bir hal almıştı. Kentte ağır bir sessizlik hâkimdi. Birbirimize bakıyor, yutkunuyor ama konuşamıyorduk…
Bildiğiniz gibi geçen hafta 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 90.yıldönümüydü. Kül bulutu henüz Avrupa semalarına ulaşmadan, Hollanda, Japonya, İsrail ve Almanya’dan gelen on kadar karikatürcü dostumla buluşup bu eşsiz bayramı kutladık. Ne mi yaptık? Hep birlikte Adapazarı’na gittik.
Ama bu yazıda Adapazarı maceramızdan ziyade size Adapazarı’ndaki ENKA Okulları’nı tanıtmak istiyorum.
Adapazarı, 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminden etkilenen kentlerin başında gelmişti. Depremde yakınlarını kaybeden yaklaşık iki yüz kadar çocuğun ücretsiz eğitim gördüğü bu yatılı okul, Şarık Tara’nın girişimiyle depremden hemen iki ay sonra açılmıştı. Bir yıl sonra, Japonya’daki karikatürcü arkadaşım Norio’dan bir mail almıştım. Japon karikatürcüleri olarak depremzedelere yardım için para topladıklarını, Adapazarı’nda yetimleri barındıran bu okulu ziyaret ederek bağış zarfını vermek istediklerini belirtiyordu. Yalnız bir şartı vardı: Japonya’dan gelecek beş kişilik bir heyete karşılık, bizim de beş kişilik bir heyet oluşturmamızı diliyordu. Böylece her Japon karikatürcüye bir Türk karikatürcü eşlik edecek, çocuklarla daha kolay iletişim kurulabilecekti.
Piyale Madra, Tan Oral, Semih Poroy ve Behiç Ak teklifi duyar duymaz kabul ettiler. 2000 yılının Nisan ayında yola koyulduk. Yol boyunca gördüğümüz manzara korkunçtu. Adapazarı’na girince durum daha da içler acısı bir hal almıştı. Kentte ağır bir sessizlik hâkimdi. Birbirimize bakıyor, yutkunuyor ama konuşamıyorduk…
Okula vardığımızda çevreyi şaşkın gözlerle incelemeye koyulduk. Okul denilen yer, kentin dışında, ücra bir tepede, birkaç prefabrik barakanın yan yana dizilmesinden oluşmuştu. Okul müdürü Esat Bey bizi ana girişte karşılamış, odasında ağırlamıştı. İşte bu ağırlama esnasında, mini mini çocukların sessizce ortalıkta dolaştıklarını, müdürün odasına kapıyı vurmadan girerek, yüzlerinde mahcup bir gülümsemeyle bizlere ‘welcome’ dediklerini görmüş, şaşırmıştık. Esat Bey bu durumun travma sonrası bir tedavi yöntemi olduğunu açıklamış, çocukların her anlamda özgür olduklarını, okulun sınırlardan arındırıldığını açıklamıştı. Gerçekten de okulda herhangi bir çit, güvenlik duvarı, tel örgü vs… görülmüyordu.
Tanışma faslından sonra çocuklarla birlikte yemek yemiş, iki gün boyunca resim ve origami çalışmaları yapmıştık. Kapkaranlık şekiller çiziyordu çoğu. O kadar etkilenmiştik ki, Esat Beyin bize uzattığı belgeyi hiç tereddütsüz imzalamıştık. Belgede, bu çocuklar mezun oluncaya dek her yıl ‘Gülen Çizgi Şenliği’ne katılmayı kabul ettiğimiz yazılıydı.
Bu sözü vereli tam on yıl oldu. Her yıl, deprem çocuklarının çizgilerindeki zekâ parıltılarını yeniden keşfetmek, heyecanlarını paylaşmak için ‘Gülen Çizgi Şenliği’ günlerinin gelmesini sabırsızlıkla beklerim. Oysa Adapazarı artık sessiz bir kent değil. Okul da aynı okul değil. Kocaman bir spor salonu, kapalı yüzme havuzu, koşu ve bisiklet parkurları, 10.000 kitaplık kütüphanesi, öğretmenler için sosyal lokali ve 600’e yakın öğrencisi var.
Şimdiki çocuklarsa cıvıl cıvıl… On yıl öncesinin hüznü, yerini neşeye bırakmış. 2000 yılının minikleri liseyi bitirip mezun olmuşlar. Hatta içlerinde okula dönüp öğretmenlik yapan bile var. Okuldan ayrılan Esat Beyin yerine çocukların yeni sevgilisi Özlem öğretmen gelmiş. Doktor Özlem Mecit’in hedefi Adapazarı ENKA Okulları’na Uluslararası Bakalorya Programından (IBPYP) yetkilendirme almak. Uluslararası Bakalorya Programı, 3 -12 yaş arası öğrencilerin sosyal, fiziksel, duygusal ve kültürel açıdan gelişmelerine odaklanan nitelikli bir program. Okul halen aday statüsünde…
On yılda değişmeyen tek şey ise çocukların davranışları. İnsanın içini eriten sıcaklıklarından, konuklara sımsıkı sarılmalarından, sevecen hallerinden etkilenmemek mümkün değil. İstanbul başta olmak üzere, Japonya’dan Fransa’ya, pek çok kentteki ilk ve ortaokullarda çocuklarla atölye çalışmalarında bulundum, inanın böylesini hiç görmedim! Aslında bu mucizeyi yaratan efsanevi bir adam var: İbrahim Betil… Kendisini vaktiyle Eğitim Gönüllüleri Vakfı’ndaki müthiş performansıyla tanımıştık, şimdi Toplum Gönülleri Vakfı’nın kurucu başkanlığının yanı sıra, Adapazarı ENKA Okulları’nın yönetim kurulu başkanlığını yürütüyor. Çocuklarla yakından ilgilenmesi, çoğunun adlarını bilmesi, öğlen yemeklerini onlarla birlikte yemesi, bu işe nasıl gönül verdiğinin göstergeleri…
Okul geliştikçe, doğal olarak öğrenci sayısı da kabarıyor, yeni gereksinimler birbirini kovalıyor. Prefabrik barakaların yerini sabit binaların alması artık an meselesi. İbrahim Beyi kara kara düşündüren esas sorun burada yatıyor. Ya yeni binalarla birlikte mevcut sihirli hava yitirilirse? Bu tehlikenin önüne geçmek için ilginç bir çare bulmuş İbrahim Betil: Binaları yapacak mimarlara okulu sevdiriyor. Olabildiğince havayı solusunlar, etkinliklere ortak olsunlar istiyor. Yeni yapılacak her yapının yavaşça sindirilmesini arzuluyor. Bu çaptaki bir yöneticiden çıkacak talimatın tam aksini veriyor mimarlara: “Sakın ola ki projeyi iki yıldan önce bitirmeye kalkmayın!”
Yerimiz bitti. Adapazarı macerası artık bir başka yazıya…