Ağustosun yarısı yaz, yarısı kıştır dendiğinde içimi kasvet basıyor. Diğer yandan kuvvetli esen poyraz, eylül ayının bir habercisi olduğunu hatırlatıyor. Çocuklar bile değişimin farkında. Nitekim, genç bir dostumun üç buçuk yaşındaki oğlu: “Anne İstanbul’daki evimize gidelim. Biraz arabalarımla oynayayım; ama akşam yine buraya geri dönelim” dedi.
* * *
Ağustosla eylülün birbirine hem benzer hem tezat yönleri var. İlk kez Ramazan’ı adada yaşıyorum. Oysa ki, Ramazan hep kış aylarını çağrıştırırdı. Ve gene ilk kez adada odun ateşinde pişen pidenin şehirdeki fırınlarda pişenden çok daha lezzetli olduğunun farkına vardım.
* * *
Eylülün gelişi bana hep kitapları çağrıştırır. Öncelikle okullar açılacağı için ders kitapları gelir aklıma. Ardından sonbaharda piyasaya sürülecek olanları büyük bir merak içinde beklerim. Malum, çok elzem olmadıkça hiçbir yayınevi yaz aylarında kitap basmaz. Her ne kadar ‘edebiyatın mevsimi olmaz’ dense de gün ışığının daha uzun saatlere yayıldığı yaz aylarında, çoğunluğun elinde bir kitap görmek daha olası. Nitekim, her yaz denize girmek içim gittiğim sahil şeridinde kitap okumaları yoğundur. Üstelik bir başka özenle korunur kitaplar. Lekelenmesinler, kirlenmesinler diye her biri naylon poşette muhafaza edilir. Doğal olarak da ‘sen ne okuyorsun?’ muhabbeti başlar. Bir anket yapılsaydı eğer, mevsimin en “in” kitabının Elif Şafak’ın ‘Aşk’ romanı olduğunu söylerdim. Gerçekten de bulunduğum yörede ‘Aşk’ı okumayan tek bir kadın yoktu. Aynı değerlendirme içinde, 2008 yazının en çok okunan kitabı, Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’ydi. Çok ses getiren bu yapıt zamanla başka bir olaya vesile oldu. Orhan Pamuk, kitabın adından yola çıkarak bir müze kurma kararı aldı. Geçtiğimiz günlerde de ‘Masumiyet Müzesi’nin kurulması için Pamuk ve İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı arasında bir protokol imzalandı. Önümüzdeki yılın ilk yarısında ziyaret edilebilecek müze, Çukurcuma’da yer alacak. İstanbul’un kültürel yaşamını yansıtacak müzedeki objelerin çoğunun toplanma çalışmaları tamamlandı. Toplanan 750- 800 kadar objenin yanısıra, kitapta yer alan hayali eşyaların tasarımı için de sanatçılarla çalışmalar devam ediyor. Pamuk, ‘ziyaretçilerin müzedeki tüm objeleri inceleyebilmesi yaklaşık 12 saatte tamamlanabilecek’ dedi.
* * *
Kentin kültürel kavramından ve eylül ayından söz etmişken, 6 Eylül’de gerçekleşecek olan Yahudi Kültürü Avrupa Günü’nden bahsetmeden geçemeyeceğim. ‘Ağustosun yarısı yaz, yarısı kış’ deyişinin tersine, tecrübeyle sabittir ki, 6 Eylül günü hava güneşlidir. Kısa süreli bulutlara tanık olmuşluğumuz vardır ama sonuçta güneş hep gülen yüzünü göstermiştir. Çok çeşitlilik gösteren programda seçici olmak biraz zor. Hem görsel, hem işitsel açıdan gerçekten yoğun bir gün yaşanacak. Gene de, sakın kaçırmayın, diyeceğim iki üç etkinliği vurgulamak istiyorum. Balat ve Hasköy’ü tanımak istiyorsanız, kendinizi bu işin profesyonellerine bırakın; bir an önce Fest Tur Yahudi Kültür Mirası gezisine yazılın. Dr. Musa Albukrek’in karakalem çizgilerden oluşan Sefaradname sergisini Galata Derneği’nde, Nadia Arditti’nin heykellerini Schneidertempel Sanat Merkezi’nde izlemeyi unutmayın. Galata’nın parke taşlı yollarında gezerken Maftirim Korosu’nu İtalyan Sinagogu’nda dinleyin. Müzik ve mekan sizi büyüleyecek. İstanbul’daki Eski Yahudi Semtleri anlatısı ile ‘Birlikte Yaşamak Kültürü’ konulu panelin ilginç olacağından şüphem yok. Bu arada acıkırsanız, Barınyurt Huzurevi’nin muhteşem terasında Yahudi mutfağından örnekler tadabilirsiniz. Kaçırmayın.