“Açılım”, her daim bana gettolaşmış, kireçlenmiş kapalı hayatlara umutlu gelecek vaadini simgeler. Lakin, düşünen insan her açılıma destek verirken risklerini de göz önüne alır. Akıl bunu emreder. Lise 1’deki anımı aktarmazsam hayat beni bağışlamayacak.Atatürk’ün ne yapmak istediğini o gün anlamıştım.
İlginçtir, ŞALOM, bugünlerde çok moda olan ‘açılım’ sözcüğünü henüz Türkiye’nin gündeminde değilken bir ay önce manşetlere atmış ama ‘Yahudi açılımı’ndan bahsetmişti. Kimi Arap dünyası liderlerinden aykırı ve ezberleri bozan barış kokulu söylemleri manşete atmıştı.
Bugünlerde, ‘açılım’ her yerde. “Kürt açılımı” başta olmak üzere, “Ermeni açılımı”, “demokratik açılım” söylemleri çok moda. Ermenistan yetkililerinin Türkiye sınırının açılması ile ilgili çabaları da bir başka açılım resmini ortaya koyuyor.
İyi, güzel de açılımların sözde değil de özde olması için asıl, beyinlerdeki açılımın ne zaman olacağını merak ediyor insan...
* * *
‘Kürt açılımı’ meselesi anlaşılan Türkiye’yi aylar sürecek sorunlu ve bol tartışmalı zorlu bir gündeme taşıyacak.
Bu konuda herhangi bir fikir beyan etmek kimi güçlükleri beraberinde taşıyor. Açılımdan yana olsanız bir dert, karşı olsanız başka bir dert...
Lakin bu bağlamda bir anımı anlatmazsam hayat beni bağışlamayacak:
Lise 1. sınıftayım. Edebiyat dersinde sözlü sınavımız var ve İstiklâl Marşı’nın ilk beş kıtası ezbere okunuyor yeşil tahtanın önünde. Ve edebiyat hocam, sözlüye kalkanlar arasında, Marşı en eksiksiz, en candan, içten ve hissederek benim söylediğimi ilan ederken sınıfa karşı şöyle sesleniyordu: “Utanın bir Musevi vatandaşımız sizin hepinizden daha iyi okudu!” Tabii ki, kıpkırmızı kesilen bendeniz kimi arkadaşlarımın kıskanç, kimilerinin hınzır bakışları, kimilerinin de içten dayanışması ile yerime oturmuştum. Hocam bunu diyerek gaf yapmış mıydı dersiniz?
Bu meseleden iki hafta sonra, aynı hocaya ders esnasında şunu sorduğumu hatırlıyorum: “Atatürk, neden ‘Ne mutlu Türk olana’ dememiş de, ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ demiş?” Şöyle yanıt vermişti:
“Atatürk, ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ derken işte senin gibi, farklı bir etnisite veya dinden olup da kendini Türk hissedene atıfta bulunmuştu. İstiklâl Marşı’nı çok iyi okuyarak Atatürk’ün yaratmak istediği yeni Türk kimliğine iyi bir örneksin sen. Atatürk ırksal olmayan bir Türk kimliği oluşturmaya çalışmıştı. Farklı entisite, farklı din olabilir ama bu topraklarda doğan herkes Türk sayılacaktı”...
Edebiyat hocam Atatürk’ün büyük vizyonunu işte bu derece doğru algılamıştı.
Ama sonra olmadı, tam yürümedi bu vizyon galiba. Yapılması gereken yumuşak uygulamalar, hatta belki de verilmesi gereken kimi sosyal, kültürel haklar unutuldu. Hep bir bölünme korkusu ile nefes aldık on yıllarca.
Emperyalizmin hedefinde olan güzel memleketim, yakın tarihte işgâle ve bölünmeye uğramış Türkiyem hep bu geçmişin yarattığı savunma refleksiyle yaklaştı etnik meseleye.
Ayrılıkçı terör binlerce evlâdı aldı aramızdan; binlerce memleket anasını, her sabah çocuklarından yoksun uyandırdı hayata.
Ve bugüne gelindi bir şekilde.
Açılıma karşı çıkılsa yeni anaların yeni hüzünlü sabahlarına yol açmayı riske ediyor insan; üstelik toptancı bir yaklaşımla ‘iki cihanda lekeli’ olmakla suçlanıyor aynı insan.
Açılıma destek verse, barış umudunu gerçeğe dönüştürme yoluna girecek insan.
Barış adına, güzel günlerin umudu adına açılıma destek vermek lazım muht
Ama ya korktuğumuz başımıza gelirse?
Bu çelişkiyi iyice değerlendirmeden verilecek kararlar bu ülkenin düşünen ve mutlak barışı savunan insanımıza yakışmayacaktır.
* * *
Jacques Derrida sorunlu sistemleri düzlüğe çıkarma olasılığı için ‘dekonstrüksiyon’u - ‘yapısökümü’nü önerir. Yani, yapıyı söküp, parçalara ayırdıktan sonra düzeni en mükemmel şekline dönüştürmeyi önerir ünlü felsefi teorisinde.
Bu öneri, feslefedeki kimi sorunlu alanları düzlüğe çıkarmayı başarabilir. Lakin bir ülkenin kaderiyle oynamak gibi çok tehlikeli bir öneriye de dönüşebilir.
Bu ülke 1923’te küllerinden doğdu.
Hatırlatmakta çok fayda var.