Reuters’da okuduğum bir haber beni çocukluğuma götürdü. “İnternette oyun oynayan kişilerin ortalama yaşı 35, kilolu ve üzgün” başlıklı bu haber bilgisayar oyunları oynayan insanların çoğunu bir kalıba sokmuş; şişman, depresif, içe dönük, anti sosyal, sokağa çıkmaz, evde sosyalleşir v.s.
Habere göre eğer ki bilgisayar oyunları seven kişi kadın ve 35 yaşlarında ise, ileri seviyede depresif. Araştırmacı James Weaver ve meslektaşları bilgisayar oyunları oynayan yetişkinlerin kendi kendilerini dijital yolla iyileştirdiklerini saptamışlar.
Araştırmacılar özellikle kadınların, kendilerini hayattaki endişelerinden arındırmak için kafa zorlayıcı bilgisayar oyunlarına verdiklerini söylemişler. Teknolojiyi sevmek, bilgisayardan anlayan ve haşır neşir bir kadın olmak ne zamandan beri depresyonla bağdaştırılmaya başlandı anlamış değilim. Bilgisayarla içli dışlı olmak kadınlar için, en az erkekler için olduğu kadar önemli bir gereksinim.
***
Ne diyordum? Çocukluğum… 1980’li yıllarda evimize gelen ve o günün teknolojisiyle beni kendine hayran bırakan Atari video oyunları. Otuzlu yaşların ortasında olup bugün 1980’lerin Atari’sini, 1990’ların Nintendo’sunu, 2000’lerin Xbox ve Play Stationlarını hatırlamayan yoktur sanırım. Çocukluğumdan hatırladığım güzel anı ise, o zamanlar otuzlu yaşlarda olan annem ve babamın saatlerce Atari’nin başında joy sticklerle Pacman ve Enduro oynamaları. (Bugün hâlâ Tem’de işe giderken, zig zag çizip gaza basan rahatsız sürücüleri gördüğümde, kendi kendime “şuna bak, Enduro gibi gidiyor” diye düşünürüm.) Annemle babam Atari’den o kadar keyif alırlardı ki, içlerindeki çocuk ortaya çıkardı. Hatırladığım kadarıyla hallerinden memnundular, depresif, içe dönük ve anti sosyal olmadıkları kesindi.
Haberi garipsemem çok fazla bilgisayar oyunu oynadığımdan değil, hatta en son birkaç ay evvel Facebook’da oyun oynamıştım sanırım. Belki haberde bahsedilen kişilerin günde kaç saati bilgisayar önünde oyun oynayarak geçirdiklerini de bilmek gerekli. Bu haberde belirtilmemiş. Bilişim çağında olsak da, bütün günü bilgisayar başında geçirmek, sanal bir dünyaya kapılıp uzun saatler boyu oyun oynamak, görüşmeyeceğimiz insanlarla saatlerce yazışmak, hayatı bir sanal gerçeklik edasıyla yaşamak bence çok yanlış. Yüz yüze konuşmanın, dokunmanın, gerçek hayattaki toplumsal etkileşimin yerini benim için hiçbir video oyunu tutamaz, nasıl ki güzel bir kitabın yerini Kindle’ın, kâğıt bir gazetenin dokusunun yerini web-sitesinin alamayacağı gibi.
Fakat yine de teknolojiyi severim, belki siyah beyaz iki kanallı televizyonla yetişen bir nesle ait olduğum için… Takdir ederim; hayatı kolaylaştıran bilgisayarları, yurt dışındaki arkadaşlarımı kameradan görüp konuştuğum Skpe’ı, kalbimin bir köşesinde güzel anıları kalmış Amerika’nın gazetelerini okuduğum web-sitelerini, yağmurlu bir kış akşamı evden çıkmak istemediğimde bilgisayarda oyun oynayabilmeyi, geç kalırsam cep telefonundan arayıp insanları haberdar etmeyi, o çok sevdiğim ve bir daha yiyemeyeceğimi düşündüğüm tarçınlı bisküvi’nin tarifini iki tıkla bulabilmeyi…
Dijital iyileştirme ise bu, ben varım.