Kısa kesmeyi becerebilmek

İzel ROZENTAL Köşe Yazısı
2 Eylül 2009 Çarşamba

Meğer ne zor işmiş köşe yazmak! Ama laf aramızda tadı da başka oluyor… Yıllardır bu gazetenin ön sayfasında karikatürlerim yayınlanır; hiç bu kadar yorum ve eleştiri mesajı aldığımı hatırlamıyorum. İlk tepki genel yayın koordinatörümden geldi: “Yazı güzel ama uzun olmuş!” Kısa kesmeyi becerebilsem ne zoruma onca kitap yazmak! İşin tuhafı, bugüne dek çalıştığım yayıncılar da kitapların kısalığından yakınmıştır hep… Nedense bir türlü ayar tutturamıyorum. Geçtiğimiz haftanın başında bu kez sayfa yönetmenim arayıp yeni yazımı sordu. Henüz hazır değil yanıtıma, “Lütfen bu defaki çok uzun olmasın!” ültimatomunu çekti.  Kendisine yaşamımın pek çok alanına olduğu gibi, yazılarıma da ‘kırmızı çizgiler’ çekilmesinden hoşlanmadığımı, kısa yazarsam zorlanacağımı, daha fazla eğilirsem kırılabileceğimi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin bir yerinde yazar özgürlüğüyle ilgili bir şeyler okuduğumu anlattım. Ceza olarak geçen haftaki köşem kaldırıldı! Sonuç olarak sizi yazılarımdan mahrum etmemek adına şöyle bir anlaşmaya vardım: Bundan böyle on beş günde bir, aksatmadan, “suya sabuna dokunmadan” ve “kısa” yazmaya çalışacağım. ‘Kazan kazan’ durumu yani…

 

ŞAPKASIZ GEZMEM

Kafamdaki şapka pek çok kişinin ilgisini çekmiş. Leonard Cohen’e özendiğimi ima edenler bile oldu. Oysa ilgisi yok. İfşa ediyorum: o benim değil, dedemin şapkasıdır. Tavşan tüyü bu emsalsiz fötr bana dedemden yadigâr kaldı. Doksan sekiz yıllık yaşamı boyunca Kudüs’ü göremeyen dedemin hiç değilse şapkasını ölümünden sonra Ağlama Duvarı’na götürmek farz olmuştu. Geçtiğimiz yıl, beynelmilel çapta on basın karikatürcüsüyle birlikte İsrail ile Filistin’de düzenlenen eşzamanlı ve barış temalı bir karikatür sergisi için kutsal topraklara gitmiş, şapkayla birlikte böyle yakışıklı fotoğraflar çektirmiştik. Sayfa yönetmenim Ester Yannier sağ olsun, arşivi karıştırıp bulmuş, köşemin tepesine kondurmuş…

 

KADIKÖY – İKİTELLİ ALAÇATI AÇILIMI

Aslında Şalom’a çok şey borçluyum. Yıllardır karikatür sayesinde gezip görmediğim ülke sayısı iyice azaldı. Bu gezilerin yanına iş ve tatil yolculukları da eklenince, en büyük hobisi yazma-çizme olan kulunuzun ‘yol boyunca’ yazmaktan başka seçeneği kalmadı. Ama itiraf etmeliyim ki bu yaz yolculuk konusunda pek verimli geçmiyor. Sıradan bir dünyalıya, kırk yıldan beri neredeyse her gün, sabah akşam Avrupa-Asya arasını arşınladığınızı ve bunu gerçekleştirmek için günde en az ikibuçuk-üç saatinizi harcadığınızı söyleseniz size inanmakta zorluk çeker. Ama İstanbullular bana inanır. Helikopter kullanmadıkça, sıradan bir günde, İkitelli’den Kadıköy’e yolculuk bir saati aşar… Bu yaz, bu güzergâha bir de Alaçatı’yı eklemek zorunda kaldım. Bizim “Pötibör” ailesi, yani kızımızla damadımız torunumuzu da yanlarına alıp Alaçatı’ya yerleşince, muhterem zevcemin kahve falında Alaçatı değirmenlerinin siluetleri gözüktü. Aslında işi bir iki ziyaretle – yani tadında – bırakabilirdik. Ne ki daha bebeğin ilk aksırığında, “Eyvah, domuz gribi!”  paniğiyle havadan geçen birinci İzmir uçağına atlayan refikamı bir daha İstanbul’a geri döndürmek mümkün olamadı. Haklıydı da; bebek bakımı konusunda Sorbonne’dan diplomalı, Harvard’dan yüksek lisanslı, çocuk uyutma ve yedirme dallarında iki olimpiyat ile bir dünya şampiyonluğunu elinde bulunduran, tam üç kez Nobel’e aday gösterildiği halde, ‘yok böyle bir dal’ gerekçesiyle büyük haksızlığa uğratılan dünyanın en yetkin anneannesinden başka torunuma kim bakabilirdi ki? Bu durumda bana da sık sık Alaçatı’ya sorti yapmaktan başka çare kalmadı. Yanlış anlaşılmasın, Alaçatı’ya yolculuklarım özlem giderme amacından ziyade, çocuk bakımından hiç ama hiç anlamayan Pötibörlerle refikamın her keresinde biraz daha zorlu bir şekilde açılan aralarını bulma amaçlı oluyor. İnanın bu iş Ortadoğu barış girişimlerinden, ya da Güneydoğu Kürt açılımından çok daha güç…

 

KISA KESİYORUM

Bilgisayarım alarm verdi; yazı bitmeli, 500 sözcüğü aşmışım! Oysa henüz ne Alaçatı izlenimlerimi, ne de İran’da düzenlenen son karikatür yarışmasının dedikodularını yazabildim. Ama yazıyı kurtarmak için kesmek zorundayım, devamı onbeş gün sonraya… Bu arada, önümüzdeki 6 Eylül Pazar günü Galata’da gerçekleşecek Avrupa Yahudi Kültürü Günü’nü de atlamamak gerek. Bizi bize anlatmaktan çok, Yahudi kültürünü bilmeyenlere tanıtmayı amaçlayan bu çok yararlı etkinliğe ben iş ve sosyal çevremden birkaç tanışı peşime takarak katkıda bulunacağım. Tavsiye ederim siz de öyle yapın. İnanın bana tecrübeyle sabit, biz bize gezmekten çok daha keyifli oluyor!

Son notum genel yayın yönetmenime: Sevgili İvo, “Yol Boyunca” köşesi yayınlanmaya başlayalı, Şalom’daki gezi ve tatil ilanlarının sayısındaki muhteşem artışı fark etmişsindir umarım.