Bir kriz daha geldi geçti diyelim. Moralimiz düzelsin.
Aslında, bu sonuncusu, öncekilerine göre çok daha şiddetli ve daha uzun sürdü.
Şimdi, küllerinden yeniden doğan Anka kuşu gibi, ekonomiyi yeniden canlandırma programımızı tartışmaya açabiliriz.
Bence, bu krizin olumlu yönlerini de gözardı etmemek gerek… Bir defa, herkesin ve özellikle Amerika’daki bankacıların ayakları suya erdi. Gereksiz ve bazı hallerde kanunsuz yollara saparak, anormal riskleri yüklenerek para kazanmayı marifet bilenlerin çoğu ters durumda yakalandılar ve acı gerçeklerin yükü altında ezildiler.
Çürük elmalar ayıklandı. Temkinli ve gerçekçi davrananlar, fırtına geçtikten sonra, prensiplerine sadık kalarak yollarına devam etti.
Dünyayı genelde önemli bir küçülme beklemektedir. Bunun yaratacağı ekonomik, siyasal ve sosyal sonuçları tüm insanlık karşılamaya hazır olmalıdır. Bunun en önemli sonucu işsizliktir. İşini kaybeden insanların sorunlarını çözmek, en azından hafifletmek hükümetlerin en temel görevi olmalıdır.
Bu zorlukların bir süre daha etkilerini hisettirmesi kaçınılmaz gözüküyor. Alınan tüm önlemlere rağmen bankacılık, tüketici ve yatırımcı cephesinde gereken güven ortamının oluşması zaman alacak.
Türkiye’nin ekonomisi, bu fırtınayı, gerekli önlemler zamanında alınırsa nispeten daha az hasarla atlatabilir. Bu nisbi olumlu görüş, iki ana sebebe dayanıyor.
1. Türkiye’de gayrimenkul satışlarında mortgage sistemi yaygın olmadığı için, Amerika ve İspanya gibi ülkelerde görülen çöküş yaşanmadı. Sadece bazı inşaat şirketleri, ellerindeki büyük stokları satamayınca sıkıntıya girdiler.
2. Türk bankacılık sektörü, daha temkinli yatırımlar yaptığı için bu buhrana karşı daha sağlam davrandı. İflas eden Türk bankası olmadı.
Krizin bir diğer olumlu yönü, yeni bir resim ortaya koyarak, yeni fırsatların oluştuğunu görebilmemize yol açmasıdır. “Her kriz yeni fırsatlar yaratır” prensibi bu son olayda da geçerli oldu.
Bundan sonra ‘hangi sektörler en büyük istihdam yaratma potansiyeline sahipler?’ sualine cevap aradım ve sizlere düşüncelerimi açıklamak istedim.
Türkiye’nin hızla krizden çıkıp işsizliğe çare olacak büyük yatırımları planlamada iki sektör öne çıkıyor: Gıda ve sağlık.
Birinci öncelik tarım potansiyelimizi geliştirerek Avrupa ve Ortadoğu ülkelerine kaliteli ürünler yetiştirme yollarını çoğaltmaktır.
Son krizde lüks harcamalarda önemli düşüşler yaşandı. Örneğin, 2007 Aralık ayında ABD’de 29 adet Rolls Royce araba satılmış iken, 2008 yılı Aralık ayında satılan aynı marka araba adedi sıfır idi. Demek ki, kriz öncelikle yaşamsal olmayan harcamaların kısılmasına yol açıyor.
Buna mukabil, kriz ayları olan Ekim 2008’i takip eden altı ay içinde, Tesco ve Wal-Mart gibi süpermarketlerde gıda satışlarında az da olsa artışlar yaşandı.
İnsanlar, krizlere rağmen, gıda harcamalarında kısıntıya gitmiyorlar.
İkinci öncelik olarak sağlık hizmetlerini görüyorum.
Özellikle önleyici sağlık dediğimiz, daha iyi ve kaliteli yaşam şartlarını geliştirme yolu, ‘wellness’ terimini ön plana çıkaran yatırımları kapsıyor.
İnsanların ömür uzunluğu beklentisi devamlı olarak artıyor. Yüz yıl önce ömür beklentisi birçok ülkede 50 senenin altında seyrederken, yirmibirinci asrın başında bu rakam, İskandinav ülkelerinde 85 seneye kadar yükseldi. Japonya’nın Okinawa Adası’nda nüfusun önemli bir nisbeti yüz yaşını aşmış insanlardan oluşuyor. Bu yaşlı insanlar, hayatları boyunca biriktirdikleri maddi imkânlarını daha kaliteli yaşam şartlarına ve gerektiğinde sağlıkla ilgili harcamalarına ayırıyorlar.
Bugün altı buçuk milyarı biraz geçen dünya nüfusunun, bu asır sonunda dokuz milyara kadar yükselebileceği öngörüsü de gerçekleşirken, sağlıkla ilgili yatırımların hızlı bir şekilde artacağını varsayabiliriz.
Türkiye gibi, turizm potansiyeli yüksek olan ülkeler, önümüzdeki yıllarda, kaliteli bir yaşam için seyahat etmeyi göze alan insanlara kaliteli mekân ve yaşam şartları sunabilecek büyük bir potansiyele sahiptir.
Bu imkânları akıllıca kullanarak, Türk insanına yeni istihdam sahaları açabiliriz.
Krizleri fırsata dönüştürme becerisini gösterelim ve geleceğimize güvenelim.