Yeni yazarımız, uluslararası ilişkiler uzmanı Denis Ojalvo, ‘Muhavere’ köşesinde Türk Yahudileri ile ilgili her konuda okuyucularımıza seslenecek. Ojalvo, ilk yazısında Türk basınında yaygın olarak varlığını sürdüren nefret söylemine karşı alınması gereken önlemleri kaleme aldı
Kamuoyunun yeteri kadar “uyanık” olmadığı ülkelerde, yazılı ve görsel basının sağladığı ifade özgürlüğünün, çeşitli çıkar çevreleri tarafından kendi siyasi amaçlarını gerçekleştirmek için sömürüldüğünü görüyoruz.
2007 seçimleri arifesinde Türkiye’deki kitap piyasası Ergün Poyraz’ın yazdığı Musa’nın Çocukları Tayyip ve Emine; Musa’nın Gül’ü gibi kitaplarla dolmuştu. Burada amaç söz konusu siyasetçileri “Yahudi bağlantıları” üzerinden kamuoyu nezdinde itibar kaybına uğratmaktı.
Bu sömürü gayretleri hem bilgi kirliliği yaratıyor hem de toplum içinde kimileri tarafından tehdit olarak algılanan topluluklara karşı “Nefret Söylemi” olarak ortaya çıkıyor. Bu bağlamda, “Doğruluğu somut delillerle kanıtlanmış bir olgunun uydurma olduğunu yayma hürriyeti “ifade özgürlüğü” kapsamına girer mi?” sorusu da sorulabilir.
Medenî ülkelerde bu konuda herhangi bir tartışma yok. Zira, kanun, yalan haber yazan veya iftira atanların da, dezenformasyon yapanların da yakasına yapışır. Kanunun etrafından dolaşanları ise kamuoyu parmakla gösterip önce rezil eder, sonra da toplumdan dışlar.
Ancak, konulan yasak ve kısıtlamalar, siyasi amaçları için her türlü aracı meşru gören “Misyon sahibi” gazete, köşe ve kitap yazarlarını daha yaratıcı olmaya teşvik ettiğinden, bunlar daha “ince” teknikler geliştirmişlerdir: Özellikle, “Bütün hakikati” söylemeyerek saptırma, çarpıtma, karalama yapıp olay ve olguları bağlamlarından ve gerçek orantılarından çıkararak gerçeklerleri tahrif etmek bu fasıldandır. İngilizce buna “Lying by omission” deniyor... Kullanılan diğer bir teknik ise üçüncü bir şahsın ürettiği bir yalanı, kaynak belirterek, o yalanın doğuracağı sorumluluktan kaçma kıvraklığıdır. Aslında, bu eylemin çalıntı bir malı satma suçundan bir farkı yok tabii.
Pekiyi bu cins uyanıklıkları sadece yazarlar mı yapar? Hayır! Bazı devletler bu konuda o kadar uzmanlaşmışlardır ki, insan neyin gerçek neyin komplo teorisi olduğunu ayırt etmekte oldukça zorlanır: Bunların girişmiş oldukları bazı eylemler, başrolünü Marlon Brando’nun oynadığı “Çirkin Amerikalı” ve başrollerini Dustin Hoffman ve Robert de Niro’nun oynadığı “Wag the dog” (deyimi ‘Köpeği sallayan kuyruk’ olarak tercüme etmek mümkün) filmlerine ilham kaynağı olmuşlardır. Ülkemizde bu türün en özgün temsilcisi ise iplerinin hangi güçler tarafından çekildiği henüz aydınlığa kavuşmamış olup Yahudi dinine ait sembolleriyle Yahudi imgesinin rakiplerini karalamak için fütursuzca kullanıldığı “sözde haham” tuluatıdır.
Bir toplumda bu kadar yoğun bir karalamaya tabi tutulan bir topluluğun normal bir yaşam sürdürmesi oldukça zor. Mademki ‘açılım’ mevsimindeyiz, ‘nefret söylemi’ni kontrol altına almaya yönelik yasama faaliyetlerine bir an önce girişmekte fayda var.
Ne yapılabilir?
Amerika Birleşik Devletleri’nde, şahitlik yapacak kişilerin, şahadet etmeden evvel, Hakikati, Bütün Hakikati ve Sadece Hakikati söyleyeceklerine dair yemin ettirilmeleri kanun icabıdır: Title 1 Code of Civil Procedure Chapter 12 Article 114: Oath of witness: Before testifying, a witness shall be sworn to testify the truth, the whole truth, and nothing but the truth.
Ülkemizde gazetecileri/yazarları hukuken bağlayan bu tür kuralların olmaması bir yana, artık olmayan Basın Şeref Divanı’nın ve günümüz Basın Konseyi’nin de sosyal yaptırım gücü yok.
Bu durumda, saygınlığı tartışılmaz, yetkin ve sözü dinlenir bağımsız bir kişinin ‘Medya Denetçisi’ (Medya Ombudsmanı) olarak atanabilmesi ve bu kişinin özerkliğinin teminat altına alınabilmesi için yasal düzenl