Hiç umulmadık bir sabahın ilk saatlerinde birden gidiverdi karanlığa babam. Ne bir elveda, ne bir göz göze geliş, ne bir dokunuş. Hiç bir şey. Aniden bir boşluk ve ölüm. Hayat bunu da gösterdi bana,
Babanın oğluna öğrettiği son şeyin babasızlık olduğunu da…
“Babanın ölmesi, yüzünüz sabunluyken gözünüzü açmaya benzer” der Cemal Süreyya.
Gözünüz yanar, içiniz de yanar. Ve sonra karnınıza bir ağrı girer. Nefes almakta zorlanırsınız. Ağlamak istersiniz. Bir-iki hıçkırık sesi çıkar gözünüz yaşlıyken. Yavaş yavaş boğulma hissiyle beraber boşluk, karanlık ve ölümü anlarsınız tüm organlarınıza kadar.
Artık, telefonlarınıza çıkmayacak bir sesi kaybetmişsinizdir. Hâlâ bu yaşlarda, “oğlum dikkatli giyin, hava epey soğuk” diyecek, yaşamınızdaki en şefkatli ve içten bir erkek sesini esirgeyecek hayata öfke kusarsınız giderek. Zira ölüm karanlıktır, babanın ölümü kapkaranlıktır…
Babanın oğluna öğrettiği son şeyin ilelebet babasızlık olduğunu anlarsınız son tahlilde.
***
Ben geçen hafta babamı kaybettim…
Onu çok sevdiği klasik Türk müziği ile uğurlamayı çok isterdim. Olmadı, olamazdı zaten. “Senin gibi topluma örnek olabilecek birine yakışmaz” denileceğini bilmek mapushane duvarlarıyla çevreliyor benliğimi. Nitekim herkesin ve geleneklerin istediği şekilde oldu elveda töreni. Örnek oldum topluma yine ve yeniden…
O, kalabalıklardan her daim kaçtı ama kendisini çok kalabalıkların uğurladığını seyretti. Hayat böyle işte. Hatırlatıyor kimin ne olduğunu uğurlama gününde.
Turgenyev’in “Babalar ve Oğulları”nda baba ile oğulun mücadelesini bile yaşatmayan bir babayı kaybettim. Kuşak farklılığının, dönem değişikliğinin yarattığı büyük baba-oğul savaşlarını da yaşamadım ben. ‘Nasıl istiyorsan öyle yap’ demenin gizli güveni, karşı çıksa da kimi değişimin kaçınılmaz olduğunun bilincinde olması hep yardımcı olmuştu farklı yönlere direksiyonu doğrulttuğumuz zamanlarda.
Cat Stevens’in o ölümsüz ‘Baba ve Oğul’ dizelerindeki baba gibi değildi O. “Değişim zamanı değil, rahat ol ve otur oturduğun yerde” diyen Stevens’in babası gibi tanımadım onu ben.
Lâkin hiç umulmadık bir sabahın ilk saatlerinde aniden gidiverdi karanlığa. Ne bir elveda, ne bir göz göze bakış, ne bir dokunuş. Hiç bir şey. Aniden bir boşluk ve ölüm. Hayat ve ölümün arasındaki o çok ince çizgiyi farkedemeden babayı kaybetmeyi de gösterdi, hayat denilen anlaşılmaz gerçeklik.
Orhan Pamuk, “her erkeğin ölümü babasının ölümüyle başlar” demişti babasının ölümünün ardından. Muht
***
Babamı kaybettim özcümle.
Tek birşey için pişmanlık duymak gerek bu ölümün ardından.
“Erkekliğimize” biat etme kültüründen olsa gerek, bir oğulun babasına ‘seni seviyorum’ dememesidir belki de en büyük pişmanlık.
Bu sevgi sözcüklerini babadan esirgemek hayatta yapılabilecek en anlamlı hatalardan biri olsa gerek.
Benim hatamın dönüşü yok.
Lâkin siz de öyle bir hataya düşmüşseniz, hemen şimdi salın karşılıksız sevgi sözcüklerinizi babanızın yüreğine doğru. Kaybedecek hiç bir şeyiniz olmayacak; aksine yorgun ve düşünceli babanıza bir umut kırıntısı hediye edeceksiniz…
***
Güle güle ilk kahramanım.
Yaşamın boyunca etrafında gördüklerine inat, kararlılıkla elinden bırakmadığın alçakgönüllülük bayrağını taşımak boynumun borcu olacak, ‘çürümeye’ karşı dik durabilme adına.
Elveda baba…