Neden yazmalı, ne yazmalı?

<p><span>Bir gündoğumunun veya günbatımının manzarası, yeşillerin binbir tonu, içine çektiğiniz havanın, suyun tadı... Bazı anlar vardır ki, iyi bir his kaplar içinizi yaşama dair. </font></span></p>

Köşe Yazısı
1 Ekim 2009 Perşembe

David Ojalvo


Her insanın kendi bir ifade etme biçimi vardır. Aynı zamanda her insanın çevresiyle, dünyayla ayrı bir etkileşimi. Bu etkileşim ve “kendini ifade etme” biçimini şekillendiren sayısız etmen sözkonusu. Buna karşılık, tek bir dünya var. Ortak paylaşılan bir varoluş. İnsan olmanın temel noktalarından, bireysel farklılıklara uzanan bir ölçekte hayat yaşanıyor.

İnsanın yapısı üzerine düşünmek keyifli. Benliği anlamaya uzanan yolda, bu düşünce süreci hatırı sayılır bir yere sahip olmalı. Öte yandan hayatın “gerçekleri” var. Sizi düşüncelerinizle başbaşa kalmaktan çekip alan, işinize, ailenize, günlerin döngüsüne odaklanmaya zorlayan, şart koşan. Yazmak, benim için, bu düşünce sürecinin ürünü. İnsanları ve kendimi, etrafımı, ülkemi anlamaya çalışmak. Dünyaya dair temel öğeleri biraz daha keşfetmek, dışarıda olup bitenlerin karmaşıklığından uzakta, sadeliği yakalamak. Sadelikteki güzelliği, iç huzuru doyasıya tatmak.

Bir gündoğumunun veya günbatımının manzarası, yeşillerin binbir tonu, içine çektiğiniz havanın, suyun tadı... Bazı anlar vardır ki, iyi bir his kaplar içinizi yaşama dair. Bir yaprağın üzerindeki çizgiler, bir kelebeğin desenleri yeter “mucize” demeye... Bazen de televizyonda kimi görüntülere bakar, haberleri okur, bazı insanlarla karşılaşırsınız ve garip, istenmeyen duygular kapatır içinizi. Sadeliği özlersiniz. Yaşadığınız zamana akıl erdirmeye çalışırsınız.

Yazmak için neden çok; çünkü insanın kendini ve çevresiyle olan etkileşimini anlatmak için neden çok. Üstüne üstlük yazmak, kendi ifade etme biçimlerinden sadece bir tanesi. Çok kişi tarafından kabul gören bir tanesi. Üstüne üstlük, yazmak insan var oldukça, bitmeyecek, tükenmeyecek bir uğraş. Varoluşun bir parçasıdır hatta yazmak.

Peki, yazmak için neden çok da, ne yazmalı?

İnsan, her istediğiniyazabilir mi?

Yazarsane olur?

Kalem, kılıçtan keskindir; ama bu demek değildir ki, kılıç kaleme hakkını teslim etsin. Tam tersine, kılıç kalemle bir yarış halindedir. Fırsatını yakaladığı an, onun önünü keser. Kalem gücünü ortaya koyabildiği kadarıyla, medeniyet ilerler, dünya daha iyi bir yer olur.

Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Hrant Dink aklıma gelen ilk isimler. Ülkemizde 61 gazeteci suikaste uğrayarak yaşamını yitirdi (CNN Türk, 19.01.2007).

Birçok yazar, dile getirdiklerinden ötürü dört duvar arasına kondu, konuluyor. Tehdit edildi, ediliyor. Sansüre uğradı, uğruyor. Hedef gösterildi, gösteriliyor.

Kılıcın yıkıcı olduğu ortada.

Kalemin ise amacı karanlığın, irticanın, cehaletin önünü kesmek. Kılıcın önünü kesmek.

“Ne yazmalı” sorusunun çok iyi yanıtları var; ama yazdığınızla iş bitmiyor. Sıra metinlerinizi paylaşmaya geldiğinde, apayrı zorluklar başlıyor. Yol ayrımlarına kadar, seçenekler beliriyor. Suya sabuna dokunmaya niyetlenmiş olabilirsiniz; ama dışarda özlemini duyduğunuz sadelik yok bir kere. Karmakarışık bir dünya var. Kılıçların çekildiği, yer yer çamura batmış, çamur atılan.

Ne yazmalı?

Sadelikteki güzellikler de anlatılabilmeli, suya sabuna da dokunabilmeli. Daha iyi bir gelecek idealini korumak adına yazmalı.

Bu yolda, suikast sonucu yaşamını kaybeden aydınlarımızı saygıyla anıyorum.