“Yahudi ile tokalaştığında parmaklarını sayacaksın. Eğer almamışsa, parmakların yerinde duruyorsa sorun yok. Ama alabilir de…” Bu sözler “Venedik Taciri” oyununda ölümsüzleştirilen tefeci Shylock’a yöneltilen ifadelerden mi esinlenerek söylendi bilemiyorum… Ama William Shakespeare’in de ömrü boyunca tek bir Yahudi tanımadığı bir gerçek…
Apartmanımızın altındaki garajcı ile yedi yıldır tanışırım ve oldukça içli dışlıyız. Geçen bayram tatilinde aramızda şöyle bir sohbet geçti:
Bak karşı apartmanda da İsrailli bir aile oturuyor.
Nasıl yani, İsrail’de mi oturuyorlar?
Yok, orada akrabaları var bayramlarda sık sık ziyarete giderler.
Mahmut sen Yahudi ile İsrailliyi karıştırdın, o da senin gibi bu ülkede doğdu, bu ülkenin vatandaşı. Sadece dininiz farklı…
Tabi ya… O da Edirne’de doğmuş zaten. Sizden iyi olmasın çok beyefendi bir adam…
Mahmut; “Farklı Kimliklere ve Yahudiliğe Bakış Araştırması”nın değerlendirmelerine göre, Türk toplumunda, çevresinde Yahudi tanımış % 10’luk oranın içinde yer alıyor. Oysa Yahudi ile İsrailli arasındaki ayırımın ayırtına varamamış, Türk Yahudi’sini ‘öteki’ olarak algılamayı sürdürüyor.
Demek Yahudi’ye karşı algının değişmesi için sadece Türk toplumunun, Yahudi’yi daha büyük oranda tanımış olması yeterli değil. Mahmut’un kültür düzeyinin düşük olduğu ileri sürülebilir. Öyle ise, kültür düzeyi oldukça yüksek bir iş adamının, Halis Toprak’a ait Aslanlı Köşkü TMSF’den 23,8 milyon liraya satın alarak dikkatleri çeken Gürmen Group Yönetim Kurulu Başkanı Remzi Gür’ün, Yahudiler ile ilgili basına yansıyan görüşlerini aktaralım:
“ Yahudi ile tokalaştığında parmaklarını sayacaksın. Eğer almamışsa, parmakların yerinde duruyorsa sorun yok. Ama alabilir de… (…) Ancak, burada şunu da üzülerek söylemeliyim ki; Bizim Türk’ler, Yahudiler kadar dürüst tüccar değil…” (Hürriyet, 6.12.2009).
Remzi Gür’ün 9/12 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde, Ahmet Hakan’ın, “Gür iyi ki az konuşuyor” başlıklı köşe yazısına gönderdiği tekzipte; “Bahsi geçen konuşmamda anlatılmak istenen husus, Yahudilerin iş ve ticaret hayatında sıkı pazarlıkçı olduklarıdır. Konuşmanın devamında, (…) Yahudilerin pazarlığı sıkı yaptıkları ama söz ve taahhütlerini de yerine getirdikleri ifade edilmiş, ancak herhangi bir aşağılama kasıt ve düşüncem olmamıştır” demek suretiyle kendini savunmaya çalışmasına karşın iş adamının Yahudileri; antisemit prototipe uygun olarak ticareti pek seven, kolay para kazanmasını bilen ve maddi çıkarlarını her türlü manevi değerlerin üstünde tutan bir topluluk olarak algıladığı anlaşılmaktadır.
Gür, Yahudileri tüccar olarak dürüst olma özellikleri açısından Türk’lere üstün görürken bile -ki belli toplumlara belli özellikler atfetmenin ırkçılık olduğu açıktır- “Bizim Türk’ler ve Yahudiler” tanımlamasıyla da tam bir ayırımcılık örneği sergilemektedir.
Bu bakış açısının kimi zaman devletin bazı katmanlarında dahi egemen olduğunu görüyoruz. Osmanlı döneminde azınlık vatandaşların kendilerine karşı ayırımcılık yapıldığından şikâyet etmeleri üzerine padişah, ‘Gâvur’ sözcüğünün kullanılmasını yasaklayan bir ferman çıkarır. Günün birinde kavga sırasında Müslüman bir vatandaş bir gayrimüslime ‘gâvur’ diye hakaret eder. Olay karakola intikal eder ve komiser Müslüman vatandaşa çıkışır; “Padişahın gâvura gâvur denmesini yasakladığını duymadın mı” diye. Bu mizahi anlatımı gazeteci Ali Sirmen’den duydum.
Sözcü Gazetesi’nin 3 Aralık tarihli sayısının başlığı da şöyle: “Yahudi Sermayesi Dubai’ye el koymak üzere”. Yazıda, ANKA’ya soruları cevaplandıran Verso Araştırma Merkezi Sahibi Erhan Göksel, Yahudi sermayesinin Körfez Bölgesi’ni işgal etmeye hazırlandığını belirtmekte.
Yahudilerin dünya egemenliğini ele geçirmek istedikleri türünden düzmece bir eser olan “Sion Liderlerinin Protokolleri” kitabının 1905 tarihinde Çarlık Rusya’sında yayınlanmasından günümüze bir yüzyıldan fazla zaman geçmesine rağmen bu zihniyetin halen canlı olduğunu, değişik zaman ve mekânlarda benzer görünümlerde karşımıza çıktığını gözlemlemek oldukça üzücü.
Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu ile Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı’nın birlikte üstlendikleri “Türk Yahudi Cemaati ve Yahudi Kültürünü Tanıtma Projesi”nin etkinliklerini hep olumlu karşıladım. Bu kapsamda düzenlenen “Galata Yöresi- Yahudi Kültür Turu”nun da yıllardır yazılarımda desteklediğim bir proje olduğunu belirtmek isterim.
İçimde hep aynı kuşkucu yaklaşım; ön yargıların bertaraf edilmeleri kolay değil. Ancak “Türkiye’de Farklı Olmak” başlıklı bir sunumda Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın bu saptamasına katılmamak da mümkün değil: “Siz konuşmazsanız, başkaları sizin yerinize konuşur”.