Sürprizzz!
Bu hafta yazma sıram değildi…
Geçen hafta size, sevdiklerinizle mutlu, huzurlu, bol kazançlı, barış dolu ve umutlarınızın gerçekleştiği yeni bir yıl dileğimi yazmamıştım… (Unutmadım, bilerek yaptım, hakkımı bu haftaya sakladım…)
Çünkü Genel Yayın Yönetmenimiz İvo Molinas’ın yine karamsar bir yazı yazacağını tahmin ettiğimden (Bknz. Geçmiş dönemlerde yılsonundaki başyazıları) ben de iyimserliğe ışık yakmak istedim.
Bu yılki başyazıyı da okuyunca, az da olsa içinizde yaşattığınız iyimser duyguların sekteye uğrayacağından endişeliyim… Hangimiz okuduklarından, gördüklerinden etkilenmez ki? Ben de tüm iyimserliğimle yazmaya koyuldum…
Takvimlerin 1 Ocak 2010’u göstermesine az kaldı. Bu tarih yeni bir başlangıç olabilir mi? Neden olmasın? Örneğin ajandanın henüz ilk sayfasındayız diğer tüm sayfaları güzelliklerle doldurmamız mümkün… Olamaz mı? 52 haftanın 50’si? Peki, 30 hafta? Tamam olmadı, ikna edemedim… Hadi ayaklarımız yere bassın bari yarısını güzel biten işler, kavuşmalar, başarılı notlar, kutlamalar, hep yazmayı unuttuğumuz mutlu anlarla dolduralım. Burada size ve içinizde yaşattığınız ‘umut’a büyük bir rol düşüyor.
Polonya’da Majdanek Toplama Kampı’nın girişinde devasa bir anıt var. Anıta ulaşmak için meyilli yoldan gettoyu simgeleyen( bence iç dünyamız sınırlarını bizim koyduğumuz gettomuzdur) üç tarafı kapalı koridora giriyorsunuz. Her yanınız yüksek duvar, koridorun sonuna doğru ilerlediğinizde tek görebildiğiniz gökyüzü. Tüm bu duvarlar arasında yemyeşil bir açıklığın görüldüğü tek kişilik daracık bir geçit yapılmış. Hayatla belki de tek bağları. İşte o insanların içinde yaşattıkları umut…
İşte bu umut, kurtuluş mucizesini gerçekleştirdi.
Geçtiğimiz haftalarda Hanuka kutlaması için İsrailli kontr-tenor David D’Or ülkemize davet edildi ve zihinlerden çıkmayacak bir konser verdi. Olağanüstü duyguların yaşandığı saatler geçirdik sinagogda. “Maşiah u yavo” şarkısında coştuk. İçimizde bir yerlerde Maşiah’ın geleceği duygusuna öylesine sarılmışız ki… O gece din adamlarımız ışığın her türlü karanlığı yok ettiğine değindiler. Hahambaşımız ise her zamanki gibi umudun insanların hayatı üzerindeki olumlu etkilerini hatırlattı bir kez daha.
D’Or’un konseri sırasında şarkılar ve Hanukiyanın ışıkları ile başka boyuta taşındım adeta… Gerçekten mucizelerin varlığına inanabilir miyiz? Mucizelerin gerçekleşebileceğini neden yok sayalım, bence o umut dursun hep yüreğimizin bir köşesinde. Hanuka’daki bir günlük yağın sekiz gün idare etmesi, Pesah’ta erkek çocukların kurtulması ve Kızıl Deniz’in yarılması gibi günümüzde de mucizeler olamaz mı? Bence olur, hatta oluyor… Siz sadece görmek isteyin… Mesela günlük yaşantımızda olağan varsaydığımız mucizeler: bahçemdeki ağacın her yıl mevsimi şaşırmadan yeşermesi; her sabah o derin uykudan uyanmak; bebeğin oluşumu; hatta nefes almak bile…
Eğer küçücük bir mum ışığı karanlığı yenebiliyorsa, biz de yapabiliriz. Her şeyimiz var, ayırdına varalım… Ayrıca ‘İstemek, “İstiyorum” demek değil, harekete geçmektir’ sözünü de unutmayalım…
Nasıl ki, her güne uyanmak bir mucize ise, mucizelerin gerçekleştiğini görmek için uyanmak lazım… O halde hepinize ‘günaydın’ ve mutlu yıllar…
? Nietzsche “ Umut kötülüklerin anasıdır” .