Netanyahu’nun Merkel’le olan görüşmesinin bir numaralı gündem maddesi İran’dı. Neden? İran’ın nükleer silaha sahip olması neden bu kadar itici karşılanıyor?
Türkiye ile İsrail’in arası bir kez daha incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle ve biraz da iç politikaya dönük olarak gerilirken İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Almanya Başbakanı Angela Merkel’le bir araya geldi.
İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Ayalon, biraz da iç politikada gösteri yapmak kaygısıyla diplomatik temayüllere aykırı olarak tepkisini gösterirken Başbakan Tayyip Erdoğan ve medya konuyu biraz da büyüterek gündemin değişmesini sağladı. Malum memur sendikalarının grevleri, bilinen zamlar da gündemden düşmüş oldu.
Olayın hemen akabinde İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın Türkiye’yi ziyaret etmesi ve görüşmelerin olumlu geçmesi tarafların yaşanan tatsızlıkları pek de umursamadığını gösteriyor.
Bu arada Türkiye’de görev yapan kısa adı RTÜK olan kurumun, yayınlarda cinsellik görüntüsü takibi yapmaktan başka pek bir iş yapamadığı ortaya çıkmış oldu.
Söz konusu kurum küçük çocuklara olumsuz örnek olma bahanesiyle birçok yayını engellerken, insanlara ve çocukların içine düşmanlık, nefret, şiddet, ırkçılık ve özellikle Yahudi düşmanlığı içeren programlara her nedense pek ses çıkarmıyor.
Medyanın halkı yönlendirmedeki etkisi göz önüne alındığında bu durum pek hoş sayılmaz. Çevrilen diziler ve filmlerin halkın bazı noktalara getirmekte çok yararlı olduğu yadsınamaz. Söz gelimi son 15 senedir çevrilen ABD dizilerinde Başkan karakteri ya bir zenci ya da bir kadın olmuştur. Bu sayede bazı önyargılar kırılmış ve ABD’nin başına bir zenci başkan gelmeyi başarmıştır. Medyanın bu tip öngörü ve yaklaşımları olmasaydı bunun gerçekleşmesi mümkün olmazdı.
Şiddetin ve nefretin ön planda tutulduğu dizi ve filmler ister istemez geniş kitleleri etkileyecektir.
* * *
Netanyahu’nun Merkel’le olan görüşmesinin bir numaralı gündem maddesi İran’dı. Neden? İran’ın nükleer silaha sahip olması neden bu kadar itici karşılanıyor?
Seneler senesi dünya bloklaşmış halde ‘Soğuk Savaşı’ yaşadı. ABD yine filmlerle ve senaryolarla batı bloğunu korkuttu ve baskı altında tuttu. Ronald Reagan SSCB’yi ‘şeytan imparatorluğu’ olarak niteledi. Ancak SSCB hiçbir zaman korkulanı yapmadı ve nükleer silahlarını kullanmadı. Rejimi yıkılırken, iktidar el değiştirirken ve barışçıl yollardan olsa da toprak ve etkinlik kaybederken, SSCB nükleer silahlara başvurmadı. SSCB baskıcı ve totaliter bir rejim olmasına karşın kendi koşulları içinde halkını kollardı. Halkın ve milletin bir anlamı vardı.
İran’a bakıldığı zaman, dünya’nın en kötü ekonomilerinden biri, milletin açlığı üst düzeyde. İran yönetimi kaynaklarını halkın refahından ziyade, iktidarı elinde tutmak için kullanıyor. Tahran’da fahişe sayısı 200,000’lere ulaşmış ve dünya üzerindeki sekse en ucuz ve basit ulaşılan şehirlerden biri olduğu söyleniyor.
Adı İslam Cumhuriyeti ama yönetim baskı unsuru olarak herşeyi kullanıyor. Kalan tek sermaye ise İsrail ve Yahudi düşmanlığı. En ürkütücü olan da bu motoyu kullanarak gözlerini kırpmadan savaşa girebilecek olmaları. Aslında ne Filistinlileri ne de Hizbullah’ı umursamıyorlar. Molla sınıfı için önemli olan iktidarı kaybetmemek. Bu uğurda hem İsrail’i, hem Filistinlileri, hem de İranlıları gözlerini kırpmadan harcarlar.
Ahmedinecad’ın liderliğindeki İran SSCB’den çok I. Dünya Savaşı sonrası Hitler Almanya’sına benziyor...