Geçtiğimiz haftaya İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon’un uzun zaman gündemden düşmeyeceğe benzer davranışı damga vurdu. Kimine göre bu, 2009 Davos olayından bu yana İsrail’in şahinleri safında biriken öfkenin dışa vurumuydu: Başbakan Erdoğan’ın başlattığı ve birçok siyasinin çok da fazla sorgulamadan katıldığı yeni söylemin, yansımasıydı. Kimine göre ise diplomatik ilişkilerin geri dönüşsüz bir şekilde kesilmesini gerektiren bir durumdu. Her halükarda, ortada ne İsrail’in ne de Türkiye’nin hak ettiği bir durum vardı.
Deneyimli bir diplomat olması beklenen Ayalon’un tüm davranış kodlarını zorlarcasına, anlamsızca imzasını attığı senaryo, İsrail’i, yalnızca, Türkiye karşısında zor durumda bırakmıyor. Aynı zamanda, birçok platformda kendisini doğru ifade etmesi gereken bir dönemde, Lieberman yönetimindeki Dışişleri Bakanlığı’nı gülünç duruma da düşürüyor. Ancak İsrail’in, demokratik yapısı içinde, durumu acımasız şekilde sorgulayacağını ve olayın derinliğini ortaya çıkaracağını düşünüyorum. En azından iki ülke kamuoyunun böylesi bir araştırmaya ve bundan çıkacak sonuçları duymaya ihtiyacı var.
Kriz esasen yine bir televizyon dizisinden kaynaklanıyor. ‘Ayrılık’ dizisinden sonra şimdi de ‘Kurtlar Vadisi’ İsrail’i kendine özne etmiş durumda. Türk dizilerinin Arap ülkelerindeki popülaritesini düşünürsek bunu yadırgamamak gerek. İsrail aleyhtarlığının son dönemlerde ne kadar para ettiğini görmemek saflık olur. Zaten yapımcı müjdeyi de vermiş: ‘Kurtlar Vadisi Irak’tan sonra ‘Kurtlar Vadisi Filistin’ geliyormuş! Bu dizinin temasının ne olacağını görmek için uzun zaman beklememiz gerekmeyecek gibi duruyor.
Ankara’daki yetkililerin ise, İsrail kamuoyunun konuya olan hassasiyetine sempati ile bakmadıkları bir gerçek. Özel sektörün ürünü olan ve İsrail düşmanlığını – sorgusuz bir şekilde – kitlelerin önüne süren bu filmlere müdahale edemeyeceklerini söylüyorlar. Benim kuşağım Türkiye’nin yurtdışındaki imajını törpüleyen ‘Gece Yarısı Ekspresi’nin gölgesi altında büyüdü. O zamanlar Türkiye’ye reva görülen haksızlığa tepki gösterenlerin, günümüzde İsrail kamuoyundaki benzer duyarlılığı - bir nebze de olsa - anlayışla karşılamaları gerekmez mi?
Ama işte öyle olmuyor. Filistin’de yaşanan dram bunun önüne geçiyor. Bu dramın tüm sorumluluğunu İsrail’in üzerine yıkmak hem çok basit bir çıkarım hem de son derece haksız bir durum. Gazze’nin bugününden sorumlu olan Hamas’ın İsrail – Filistin barış görüşmelerini sabote eder tavrını, iki devletli çözümü kategorik bir şekilde ret etmesini, İsrail Devleti’nin -dünya hukuku tarafından tanınmasından 60 küsur sene sonra - varlığını tartışmaya açmasını, El-Fetih ile arasındaki derin ve şu ana dek onarılamayan fikir ayrılıklarını, El-Fetih militanlarını Gazze’den atarken kullandığı insan dışı yöntemleri anlamaya çalışmak, esasında çok da derin araştırmalar gerektirmiyor!
İnsani yardım konvoyunun Gazze’ye yolculuğunun son evresinde Mısır’ın sergilediği tavır Türkiye’de ciddi yankı buldu. Ne yazık ki, çok az sayıda siyaset bilimci, tarihçi veya dış politika yazarı konuyu gerçekçi bir şekilde irdeledi. Yazılan çizilenlerin çoğu duygusal yansımalardan ibaret kaldı.
Türk kamuoyu Filistin sorunun temelini bilmiyor. Gerçi gelinen noktada bunun artık önemi de yok. Gazze’de yaşanan dramı, kendi halkını kalkan olarak kullanabilecek kadar ileri gidebilen savaş baronlarının engellemelerine rağmen, sonlandırmak gerek. Bunun için yalnız İsrail’in işbirliği yapması yeterli değil. Tüm Arap başkentlerinin de buna sıcak bakması gerekiyor. Hamas’ın radikal söylemini törpülemesi, Filistin halkının temsili konusunda yaşanan belirsizliğin giderilmesi de ayrıca sürecin olmazsa olmazı.
Türkiye bu konuda, bölge ile ortak sınırı olmadığı için, ciddi girişimlerde bulunabilir, barış adına etkin adımlar atabilir. Gerçi bu Arap başkentlerinin hiç hoşuna gidecek bir durum olmayacaktır. Neredeyse bir asırdır süregelen Filistin sorununun tekelini elden bırakmak ve çözümü Arap olmayan Müslüman ülkelere kaptırmak istemeyeceklerdir. Burada Türkiye’nin açmazı İsrail ile köprüleri gitgide atması ve bunun sorumluluğunu kesinlikle – en azından – paylaşmamasıdır. Böylesi bir durum, Ankara’yı İsrail nezdinde taraf yapmakta…
Gelinen noktada, gerilen ilişkilerin düzeltilmesinin yalnız Türkiye ve İsrail’e değil, tüm bölgeye istikrar getireceğinin, basit siyasi çıkarlar uğruna göz ardı edilmemesi gerekiyor.