Üç aydır tartışmalar bitmek bilmiyor: Televizyonu açıyorsunuz kendi konuşan ama karşısındakini dinlemek istemeyen politikacılar… Gazetelere bakıyorsunuz, eleştiren ama öneri getirmeyen yazarlar… Hükümetin mart ayındaki bölgesel seçimlere yatırım kapsamında aşırı sağın oyunu da tırtıklamak amaçlı görünen gündemdeki ‘büyük tartışma’ durulmayacağa benziyor. Konu identité nationale, yani ulusal kimlik.
İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi Esra Ercan Bilgiç bir yazısında “Sosyal bilimler, ulusal kimliğin ortak düşünce, kavram ve algı şemaları bütünü olduğunu, farklı bağlamlarda farklı ulusal kimlik tanımları yapılabileceğini” söylüyor.
Irk ve etnisitenin ötesinde ulus olabilmek ortak bir dil, din, tarih, kültür, sosyoloji, ekonomi, hak ve ödevler sistemine sahip olmayı mı gerektirir? Ulusal kimlik yıllar içinde gelişip yenilenir mi? Fransızların meşhur liberté-egalité-fraternité (özgürlük, eşitlik, kardeşlik) ve les valeurs républicaines (cumhuriyetin değerleri), kökeni ne olursa olsun her Fransıza ‘kendi kaderini kontrol etme’ şansını vermektedir teorisi pratikte işlemekte midir? Fransa, sürekli övündüğü ‘terre d’accueil et d’immigration’ (karşılama ve göçmen toprağı) mıdır yoksa bu sözler artık bir efsaneden ileri gitmemekte midir? Avrupa’nın en büyük Müslüman nüfusunu barındıran bu ülkede ulusal kimlik tartışması üstü kapalı (ya da açık) ırkçılık söylemine mi dönüşmekte? Bu sorulara yanıt bulmak oldukça zor. Tüm toplumu tatmin edecek ve hiç bir kesimi dışlamayacak bir tanım bulmak da hiç kolay olmasa gerek. Diğer yandan bu tür tartışmaların radikalleşmeyi hızlandırabilecek potansiyel bir tehlike barındırabileceği ise asla göz ardı edilmemeli.
Yaşadığı toprakları vatan bellemek iyi güzel de cv’sinde halen ismi Fransız değil diye iş başvurusuna çağrılma olasılığı olmayan Abdul ne tepki versin şimdi? İki hatta üç nesildir Fransa’ya yerleşmiş, ana dili Fransızca, eğitimini Fransız okullarında almış Fransız kimlikli Karim ‘français d’origine maghrébine’(Kuzeybatı Afrika kökenli Fransız) sıfatından hiç kurtulamıyorsa nedir ulusal kimlik? Ön yargılar havada uçuşuyor, halk ulusal kimlik karmaşında kendi benliğini arıyor. Benimse bir yandan bu gelişmeleri izlerken diğer yandan Türkiye’deki demokratik açılım tartışmaları beynimde birbirine karışıyor.
***
Fransızlar kimlikleri konusunda çelişkideler ama çevrelerine sahip çıkıyorlar. Kendilerinin ve çocuklarının gelecekleri açısından son yılların en önemli başlıklarından ekoloji konusuna kafa yoruyorlar.
Her gün ürettiğimiz tonlarca çöp zevksiz bir konu gibi gelse de bir şehrin işleyişinde inanılmaz önemli bir konu. Bir İtalya seyahatimde Napoli şehrinde grev nedeni ile günlerce toplanmayan çöplerin içine batmıştım; böyle bir görüntüyü ve kokuyu daha önce yaşamamıştım. Yıllar öncesinde İstanbul’da ciddi çöp toplama sorunları olduğunu anımsıyorum. Torbalar kağıt toplayıcıları tarafından açılır, ardından kedi ve köpekler karınlarını doyurma faaliyetine girişir, toplama saatleri düzenli olmaz ve sürekli sorun olurdu. Son yıllarda çok daha düzenli olduğunu gözlemliyorum. Her şey güzel işleyince hiç farkında değiliz ama işler biraz ters gidince bir sokağı, bir şehri yaşanmaz kılacak kadar önemli bir konu…
Doğrusu şu ki, çöp ayrıştırma işi insanların hayatlarını zorlaştırma amaçlı değil. Aksine varılan sonuç hem ekonomik hem ekolojik açıdan çok önemli. Başta vakit ayırmak gerektiği düşünülse de zaman içinde ayrıştırma işine öyle bir alışıyorsunuz ki günlük yaşamın bir parçası oluyor. Sabah evden çıkarken hemen binanın karşısındaki sarı kutuya kağıt, gazete ve plastikleri, yeşil kutuya da cam şişeleri atılıyor. Organik çöpler ise her akşam mutfaktaki komik görünüşlü çöp borusundan binanın altındaki çöp sepetlerinde birikiyor.
Bu olayın pratik gündelik yüzü… Oysa rakamlar işin gerçek boyutunu daha güzel yansıtmakta. Fransa’da son on yılda evlerdeki çöp miktarı iki katına çıkmış. Bunda tüketimin çeşitlenmesinin yanısıra ambalaj malzemelerinin artışı da önemli etken. Çöplerin ulaştığı boyut öylesine çarpıcı ki bundan ciddi bir endüstri oluşması da kaçınılmaz. Halkın %80’i mutlaka ayrıştırma yapıyor, kalan %20 içinse sürekli konuyu gündemde tutarak bilinç düzeyini yükseltmeye çalışıyorlar. Paris’te yılda 1,2 milyon ton çöp işlenmekte. Ortalama üçte biri tekrar bir maddeye dönüşmekte. Kağıt ve kartonlar ambalaja, süt ve meyva suyu kartonları tuvalet kağıdına; yumurta kutularına, metal içecek kutuları konserve kutularına hatta otomobil sanayinde kullanılan parçalara, plastik şişelerse moketten çiçek saksılarına onlarca üründe yeniden hayat bulmakta. Kalan üçte ikisi de enerji, buhar ve elektriğe dönmekte; karbondioksit ve petrol da cabası. Bölgenin en önemli fabrikalardan biri Issy’de, Seine Nehri seviyesinin altına inşa edilmiş, bacası da olmadığından dışarıdan farkedilme imkanı yok!
Tabii ki çöpleri ayrıştırmak, tekrar kullanıma sokmak önemli ama bunun yanısıra çöpleri oluşturmamak için de önlemler almak da çok önemli. Son yıllarda endüstriyellerle yapılan çalışmalarda ambalajların azaltılması hedeflerden biri. Özellikle pet şişelerin son dönemde gramaj olarak çok daha hafif olduğunu gözlemliyoruz. Bunun yanısıra büyük süpermarketlerde Caisse Vert (Yeşil Kasa) uygulaması ile plastik poşet kullanımı engellenmeye çalışılıyor. Çok uygun fiata satılan geri-dönüşümlu alışveriş torbaları yırtıldığında da ücretsiz değiştiriliyor. Bu konuların son yıllarda gündemin üst sıralarına oturmasıyla her birimiz dünyamızın geleceğini daha çok düşünmeye başladık. Geç kalmıştık zaten! Ne dersiniz, çevre bilinci de ulusal kimliğin bir parçası kabul edilebilir mi?
Küçük ama çok büyük bir detayla bu ayki yazımı noktalayacağım: Geçen hafta bir kontrol için hastanedeydim. Çıkışta otobüs bekliyorum. Otobüs durağının yanındaki kaldırımda büyükçe bir ağaç kütüğü var, belli ki ağaç kesilmiş. Üzerine bir tabela asılmış: ‘Hastanemizin önünda bulunan ağacı, geçirmiş olduğu rahatsızlık süresince tedavi etmeye çalıştık, tüm çabalarımız sonuçsuz kaldığından kesmek zorunda kaldık. Semt sakinlerinden çok özür diliyor, bu üzücü olay nedeni ile affınıza sığınıyoruz.’ İşte çevre bilincinde sözün bittiği yer de bu olsa gerek…