Mişpatim peraşasının hemen başında yer alan bir öğretiye göre köle durumuna düşmüş bir Yahudi, altı yıl çalıştıktan sonra yedinci yılda özgürlüğüne kavuşur. (Bir Yahudi, ya ekonomik nedenlerden dolayı kendisini köle olarak satarak, ya da çaldığı bir malın bedelini ödeyemediği zaman Bet-Din’in kararıyla ceza olarak köle durumuna düşebilir.) Bu kölelik, daha çok ‘hizmetkârlık’ veya birinin yanında çalışma olarak tanımlanabilir. Yine Tora’nın öğretisine göre bir Yahudi hizmetkâr altı yılın sonunda durumundan memnun olup efendisinin yanından ayrılmak istemezse, kapı pervazına getirilir ve burada efendisi kulağında bis ile bir delik açar. Bunun ardından, hizmetkâr Yovel yılına kadar bu konumda kalacaktır. Talmud (Kiduşin 22b) bu mini tören sırasında özellikle kulağın delinmesinin sebebini şöyle açıklar: “Çünkü kulağı Sinay’da ‘Benim kullarım olacaksınız’ sözlerini duymuş olmasına karşın, yine de köleliği seçti. Daha sonra serbest kalma fırsatı eline geçmesine rağmen yine de köle kalmayı tercih eden bu kişinin kulağı cezaya layıktır.” İzmir’de birçoklarımızın öğretmeni olan Amore Şemuel Kohen (Z’’L)durumu, özgürlük fırsatını değerlendirmeyene verilen ceza olarak tanımlamaktadır.
Sefat Emet adlı kaynak, Talmud’un bu saptamasını “Suç kulakta değil ki; beyinde!” diyerek tartışmaya açar. Kulak sadece bir alıcıdır; sesleri çekmek için bir araçtır. Gerçekte hatalı olan beyin, hatta belki kalptir. Kime hizmet etmesi gerektiği konusunda hata yapan organ kulak değildir. Öyleyse neden kulağa yüklenilmektedir?
Sefat Emet kendi açtığı tartışmayı karara bağlarken, asıl hatalının geçekten de kulak olduğunu, çünkü mesajın kulakta kaldığını belirtir. Bu insanın sorunu, Tanrı’nın Sesi’ni sadece ‘duymuş’ olmasıdır – ‘duymuştur’ ama ‘dinlememiştir veya dinlemek istememiştir’. Tanrı’nın “Kullara kul olmayacaksın, Bana kul olacaksın” şeklindeki mesajını özümsememiştir. Onun hatası bu noktadadır. Kulak, mesajı beyne aktaracağına, diğer kulak yoluyla boşluğa iletmiştir. Başka bir deyişle bir kulaktan girmiş diğerinden çıkmıştır.
Rabi Twerski hastaları ile ilgilenirken ilginç bir durum fark ettiğini belirtir. Terapi gören hastalar çoğunlukla bir problemi tartışabilmekte ve çözüme kendi kendilerine ulaşabilmektedirler. Ancak yine sıklıkla, buldukları bu sonucu uygulama konusunda başarılı olamamaktadırlar. Yapılması gereken şeyi duymakta, ancak dinlememekte ve özümsememektedirler.
Rabi Twerski bir bağlantı kurarak, günümüz toplumunun seyirciliği tercih eder görünümde olduğuna dikkat çeker. İnsanlar o kadar çok film ve televizyon dizisi seyretmektedirler ki, onların hayatları da sanki birer diziye dönüşmüştür. İnsanlar kendi hayatları konusunda bile birer seyirci konumuna gelmiştir. Bu sebeple kendi yaşamlarını geliştirme konusunda herhangi bir çaba gösterememekte ve günlük yaşamın kendilerini yönetmelerine izin vermektedirler.
Vurgulanması çok önemli bir nokta vardır. Yahudilik’te ön planda olan, ‘seyretmek’ değil, ‘dinlemek’tir. Yahudiler bu karakteristiklerini Tora’yı aldıkları zaman dile getirmişlerdir: “Naase Venişma – Yapacağız ve Dinleyeceğiz” Bu karakteristiklerini korudukları takdirde, delik kulakla dolaşmalarına gerek kalmayacaktır. Aslında Yahudilikte esas olan hem dinlemek hem de uygulamaktır. Rabiler uygulaması olmayan bir öğrenimin sonunda kaybolacağını belirtirler. Pirke Avot “esas olan uygulamadır” derken konunun önemine vurgu yapmaktadır.