Bugünkü Türkiye’de İstanbul ve İzmir esas olmak üzere 20 bin civarında Yahudi Türk yurttaşı yaşıyor. Çok yakın bir geçmişte bunun on misli bir nüfus vardı ve o zamanki Türkiye nüfusunun sadece yüzde birinden biraz fazla ediyordu. İmparatorluk döneminde ise Rumeli’nin, Anadolu’nun, Güneydoğu Anadolu dediğimiz yukarı Mezopotamya’nın, Suriye’nin, Irak’ın Yahudileri daha kalabalıktı; üstelik coğrafi bakımdan en yaygın halkı oluşturuyorlardı. Unutmayalım, bu bahsettiğim görünümün tarihi henüz yüzyıl bile değildir. İki asır önce ise Karadeniz’de Kırım’dan Kuzey Afrika’ya ve Tuna boyuna daha kalabalık bir Yahudi nüfus vardı.
Yahudilerin bir kısmı Tevrat zamanından beri oradaydılar. Filistin ve Mısır’da ve hatta Suriye şehirlerinde Tevrat-Talmut’un öğretisini ayrıntılarıyla takip eden çoğunluğun yanında kendilerini Samaryalılar ve Karaylar gibi sadece Tevrat ile sınırlı hisseden Yahudi cemaatleri vardı. Kırım’da ise hem Kıpçak Türk ırkından gelen Karaylar, hem de sadece bu dili konuşan aynı kompartmana dâhil Kırımçak denen Tevrat-Talmut Yahudileri vardı. İmparatorluğun Yahudileri güneyde Arapça ve bugün artık günlük dilden kaybolan Aramca konuşurdu (Güneydoğu Anadolu ve Irak’ta olduğu gibi). Bazı gruplar ise sadece Türkçe konuşurdu, İspanya ve İtalya üzerinden gelen kalabalık grup Kastilya lehçesine dayalı Judeo-Espanyol (Ladino), İtalyanca ve hatta bir küçük grup Bizans’tan beri muhafaza ettikleri Rumcayı konuşur ve bilirlerdi. Şu kadarını söylemek lazım; 15. asırda artan engizisyon zulmü dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu ebedi düşmanları olarak gördüğü Hıristiyanların düşmanı Yahudi milletini Osmanlı ülkelerine kabul etmeyi stratejik bir gereklilik ve kısa zamanda da bir gönül bağı olarak görmüştür. Bu nedenle Yahudiler, Judeo İspanyol Arabistan bölgesi hariç imparatorlukta yayılmıştır. Kısa zamanda da Rumca ve Türkçe gibi yerli dillerden unsurlar almıştır. Bugün bu dili 16, 17, 18. asırlardaki haliyle kullanmak büyük maharet ister. Hatta imkânsız olduğu için şimdi o dönemin ebedi ve dini metinleri tetkik ediliyor, yeniden diriltilmesine çalışılıyor. Ama her şeye rağmen bu dil her zaman İber Yarımadası’ndaki İspanyolcadan daha farklıdır; Marie Christine Varol gibi uzmanları dinlerseniz daha da güzeldir ve arkaik bir Kastilya lehçesidir.
17. asırda Baltık, Ukrayna, Doğu Polonya bölgesinde başlayan katliam 19. asır boyu Rusya’daki ‘pogrom’lar ve Orta Avrupa’daki antisemitizm yeni kitleleri imparatorluğun bağrına itti, böylelikle bir Aşkenaz cemaati doğdu. Yidiş gibi daha dindar ve geleneksel Aşkenazi grupların kullandığı dil ve okumuşların konuştuğu Almanca bir dönem bilhassa İstanbul’u sardı. Galata’daki Tofre Begadim (Schnidertempel- Terziler Sinagogu) veya Büyük Avusturya Sinagogu bu dönemin anıtsal kalıntılarıdır. Dr. Markus gibi bir bilgin hahamın ve onun gibilerin varlığı Aşkenaz kültürünü yarattı. Bugünkü Aşkenaz Yahudiler hiç kuşkusuz bu vasfı sadece anane olarak koruyorlar. Osmanlı Musevileri’nin bu kesimi için temelde Katolik Lazarist bir okul olan Galata’da Sankt-Georg gibi bir okulun kurulduğu da anlaşılıyor. Avusturya İmparatorluğu, kültürünü yaşatacak bu tebaayı İstanbul’da başıboş bırakmak istememiştir. Ama Osmanlı Musevileri var kuvvetle yabancı dil olarak Müslüman Türkler gibi ve herkes gibi Fransızcayı tercih ettiler; Fransız okullarına temayül gösterdiler. Bunun üzerine Fransız Alliance –Israelite Universille Cemiyeti Türkiye’de de yaygın olarak okul ve kreş açtı. Klasik İspanyol Yahudicesi öyle görünüyor ki ikinci sıraya itiliyordu. Yalnız bir hususu belirtmek lazım, yaptığım tetkiklere göre Alliance okulları Türkçeyi diğer gayrimüslim okullara göre en iyi düzeyde öğretmeye gayret ediyordu ve gene Türk Yahudi Cemaati sarayın başhekimi Jak Mandil Paşa gibilerinin öncülüğü ile Türkçeyi Osmanlı Yahudiliğinin esas dili haline getirmek gayretindeydiler.
Osmanlı Yahudiliği batının yayılmacı ve hasta adamın mirasını paylaşacak eğilim ve eylemlere katılmamıştır, kendilerini Hıristiyan dünyanın eğilimleri ve faaliyetleri dışında tutmuştur. 1912 Edirne işgali sırasında Baş Haham Haim Becerano’nun, Edirne Yahudilerini Bulgar işgalcilerden uzak tutması ve zaten halkın uzak durması, aynı tutumun mütarekede Edirne, Bursa ve İstanbul’da aynen devam edip benimsenmesi gibi. Gene II. Meşrutiyet hareketine de Osmanlı Musevileri hatta çok etkin politikacı olmasalar bile Avram Galante, Nesim Mazliyah, Haim Nahum, Emanuel Karasso gibi sayısız entelektüelin aktif katılımı ile göze çarparlar. İmparatorluğun bütünlüğü onlar için önemliydi. İstanbul’daki Jacobson ve Lictheim gibi Siyonist temsilciler bu liderlerin ve cemaatin Siyonizme uzak duruşundan kendi raporlarında şikâyet ediyorlardı.
İlginç bir tarihsel içgüdüyle Osmanlı Yahudiliği Siyonizm’e ve modern ulusalcılığa uzak durmuştur. Hatta o dönemde bağımsızlık programları tam olmasa bile müstakil siyasi kulüplerde örgütlenmeye başlayan Arap entelektüelleri dahi bu gibi emellere Yahudilerin aksine uzak kalmamışlardı ve Yahudi aydınlar ve burjuvazinin ise Osmanlı birliği fikrinden sapmak akıllarına dahi gelmemiştir. Zaten Filistin’e yerleşen Siyonistler de daha çok uzun zaman imparatorluğun içinde onun ayrılmaz parçası olarak kalacaklarına inanıyorlardı. Bizzat geleceğin kurucu İsrail Başbakanı David Ben-Gurion’un bile İstanbul Hukuk Fakültesi’ne talebe olması bunu gösterir. Lozan Antlaşması’nda delegelerimizden biri Haim Nahum’du. Türkiye Yahudileri Lozan hükümlerinden istifade etmek ve yer almakta öbür gayrimüslimlerin aksine pek istekli davranmamış gibidirler ve zaten 1926’da medeni kanunun kabulü ile bunu açıkça ortaya koymuşlardır.
Gelecek hafta: 2.Dünya Savaşı’ndan sonra Türk kültürünü benimseme tavrı ve günümüzde Türkiye Yahudileri…
1947 yılında Avusturya’da doğdu. 1965 yılında Ankara Atatürk Lisesi’nden mezun olan Ortaylı 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni ve yine aynı üniversitede Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümünü bitirdi. Viyana Üniversitesi’nde Slavistik ve Orientalistik Bölümü’nde eğitim gördü. Master çalışmasını Chicago Üniversitesi’nde yapan Ortaylı, 1978’de “Tanzimat Sonrası Mahalli İdareler” adlı teziyle doktor, 1979’da “Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu” adlı çalışmasıyla da doçent oldu. 1989’da profesör oldu. Viyana, Berlin, Paris, Princeton, Moskova, Roma, Münih, Strasbourg, Yanya, Sofya, Kiel, Cambridge, Oxford ve Tunus Üniversitelerinde misafir öğretim üyeliği yaptı. 1989 ile 2002 yılları arasında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde İdare Tarihi Bilim Dalı Başkanı olarak görev yaptı. Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakultesi’nde daha sonra da Bilkent Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. Uluslararası Osmanlı Etüdleri Komitesi Başkan Yardımcısı ve Avrupa İranoloji Cemiyeti üyesi olan Ortaylı, helen Topkapı Sarayı’nın müdürlüğünü yapmakta.