Hayatta genellemeler yapmaktan çok hoşlanmıyorum ama bir eğilim vermek mümkün. Fransızlar çalışmayı pek sevmiyorlar. Daha doğrusu çalışmak için yaşamıyorlar, yaşamak için çalışıyorlar
Geçenlerde, bir İstanbul seyahati dönüşünde ‘pazar günü işyerlerine açılma izni verilebilir mi’ tartışmasının içine düştüm. Yıllardır bitmeyen bir polemik. Çalışmak isteyen işyerlerine pazar günü açık olma izninin verilmemesi! Olacak şey mi? Dünya globalleşirken, hizmet sınır tanımazken Fransa’da genelde öğle saatlerinde açık banka, bakkal, çiçekçi, market, kuaför bulamazsınız.Gazeteler Pazar günleri yayınlanmaz, sadece Journal du Dimanche denen pazar gazetesi çıkar. Niye mi? Çünkü pazar günü kiliseye gitme ve dinlenme günü, kimse çalışmak istemiyor. Üstelik gazete dağıtım ağının çok güçlü sendikaları da var. Sarkozy seçim arifesinde ‘La France qui se lève tot’ (Erken Kalkan Fransa) sloganını bolca kullandı ama getirilmek istenen esneklik büyük engellerle karşılaştı. 2000 yılında sosyalist Jospin hükümetinin haftalık çalışma saatinin 39’dan 35’e inmesiyle işsizliğe çare bulunacağı, azalan çalışma saatleri nedeni ile daha çok istihdam yaratılacağı projesi maalesef başarılı olmamış, Sarkozy ile ‘travailler plus pour gagner plus’ (daha çok çalışın, daha çok kazanın) sloganıyla biraz yumuşatılan uygulama halen çok tartışılmakta. Kazanılmış hakkın geri alınması eşittir günlerce süren grevler demek olduğundan güçlü sendikalar bu girişimlerin hayata geçmesini engelliyor. Sonunda onaylanan yeni kanunla sadece turistik bölgelerde pazar günü çalışmaya izin çıkabildi! İstanbul’dayken anımsıyorum da Kuruçeşme’de bir markette değişik bir et ürünü gördük. Günlerden pazar, reyondaki satış görevlisine soruyoruz, ‘Öğleden sonra geçsek çalışıyor musunuz?’ (alışığız ya pazar öğlen Fransa’da yaşam duruyor) Gülümseyerek ‘’İstediğiniz zaman geçin, biz gece yarısına kadar açığız, hep buradayız!’’ diyor. Yine bir başka görüntü geçiyor gözlerimden: Ortaköy’deki bir restaurantın kapısındaki tabelada şöyle yazıyor: 25 SAAT AÇIK!
Evet, Fransızlar çalışmayı çok sevmiyorlar çünkü yapacak daha iyi şeyleri var. Ne mi? İlk sırada tatil. Azıcık ekstra para biriktirdiklerinde, prim aldıklarında, piyangodan ya da yarışma programlarından para kazandıklarında neredeyse istisnasız herkes ilk tercih olarak ‘tatile çıkacağım’ diyor. Yani adamlar tatile çıkmak için yaşıyorlar. Fransa içinde (turizmin %60’ı ülke içi) tatili tercih ettiklerinden de sonuçta az çalışmaları ülke ekonomisine yarar getiriyor!
‘Juillettistes’(temmuzcu) misiniz yoksa ‘Aoutiens’(ağustoscu) mi? Yaz başında muhabbetlerde ilk soru ‘’sen temmuzda mı çıkıyorsun ağustosta mı?’’ Sanki başka bir tarih mümkün değil hatta çıkmama seçeneğin yokmuş gibi... Tabii güneşi az gören bu şehirde uzun kış aylarının karanlık ortamı sona erer ermez herkesin tek bir hedefi var: Tatile çıkmak! Hem de öyle tatil deyince bir haftacık kaçamaklar değil, üç, dört hafta üstüste tatil yapmaktan sözediyorum. Düşünün ki yıllık 5 haftalık yasal iznin yanında RTT sistemiyle (réduction du temps de travail: çalışma saati kısaltılması) çalışılan fazla mesai saatleri karşılığı 20 iş gününe varan ekstra izin hakkı artı ‘ancienneté’ (kıdem) günleri de eklenince neredeyse iki ay tatil yapma şansı var! Harca harca bitmez. Bu yüzden fırsatı bulur bulmaz tatil konuşuyorlar, tatil planları yapıyorlar ve tatile çıkıyorlar. Herkes bu kadar şanslı olmasa da devlet memurlarında, bir ay üretime ara veren fabrikalarda çalışan işçilerde, sezonluk çalışanlarda ve küçük dükkan sahiplerinde üç ila dört hafta tatile gitmek çok olağan karşılanır. Çoğunlukla ağustos aylarını şehirde geçiren ben, boulangerie (fırın)’ların eczaneler gibi ‘nöbet’ sistemi ile çalıştığını ilk öğrendiğimde şok olmuştum. Yaz tatili döneminde bir işiniz düştü. Kimse telefonlara bakmaz, e-maillere yanıt vermez. Telefon ettiniz, telesekreter çıktı. Ne beklersiniz? ‘Lütfen mesajınızı bırakın, size en kısa zamanda geri döneceğiz’ değil mi? Oysa Fransa’da bir çok sefer rastgeldim, mesaj şöyle: ‘1-31 Ağustos arası tatildeyiz, diş kliniğimiz kapalı’ Peki, mesaj bırakmak isterseniz, telesekreterdeki ses devam eder:‘Mesaj bırakmayın, yanıt verilmeyecektir. Lütfen 1 eylülden sonra arayın.’ Abartıyorum sanmayın, bu kadarı da fazla demeyin, gerçeğin taa kendisi. O yüzden sakın ola ki yaz döneminde hasta olmayın, dişiniz ağrımasın, doğum yapmayı düşünmeyin bile!!!
Tatil üzerine yapılan anketlerde on Fransız’dan yedisi tatilin ana ihtiyaçları olduğunu belirtiyor. 1950’lerde Fransızların %15’i tatile çıkarken bu rakam günümüzda %80’lere ulaşıyor. Üç kişilik bir ailenin ortalama tatil harcaması iki ila dört bin Euro arasında. Peki, Fransızların hepsi çok mu varlıklı, çok büyük maaşlar mı alıyorlar, çok lüks mü yaşıyorlar? Yooo, ama bu ülkede tatil de aynı restorana, tiyatroya, sinemaya gitmek, müze ve kültürel aktiviteler gibi lüks sayılmamakta, kişinin ana ihtiyacı olarak kabul edilmekte. Tatil için başka ihtiyaçlarından vazgeçmekten çekinmeyen Fransızlar için bir de çeşit çeşit, renk renk tatil kredileri sağolsun! Borç yiğidin kamçısı değil midir? Bütün yıl borç ödüyor ama yine bir sonraki yıl hayallerini gerçekleştirmekten geri durmuyorlar. Tatil seçenekleri arasında yazlık evler, oteller, paket turlar gibi klasiklerin yanı sıra camping tarzı açık hava turizmine ek son yıllarda hızla gelişen trekking, eğlence ile formasyonun birleştiği tematik tatiller (örneğin Tayland’da fotoğraf, İtalya’da yemek, Küba’da salsa...) sayılabilir. Bir de egzotik uzaklar sadece zenginlerin rağbet ettiği yerler değil. Postacımızın Antartika turuna gittiğini öğrendiğimde, itfaiye görevlisinin de Uzakdoğu fotoğraflarını gordüğümde dudağım uçuklamıştı. Tüm bu renkli tabloya rağmen ekonomik kriz nedeniyle Fransızların %33’ünün bu yıl tatil yapamayacakları tahmin ediliyor.
Tatil; dinlenmek, pilleri şarj etmek, farklı şeyler görmek/öğrenmek, rutine düşmemek, yenilenmek, taze fikirlerle geri dönmek icin şart. Ister bir kaç gün ister daha uzun, ister lüks ister mütevazi, imkanı olan herkese iyi yazlar, iyi tatiller diliyorum.
Ben ağustosta yine buradayım, beklerim.
*Yaşasın tatil