15 Kasım 2003 tarihli sinagog saldırılarından birkaç saat sonra televizyonlarda saldırıların nedenleri, saldırganların kimler olabilecekleri konuluşuyor. Eşzamanlı iki saldırı nedeniyle toplum bireyleri bir şaşkınlık içinde. Ekranda aşina bir sima, vakur bir edayla spikerin sorularını yanıtlıyor. O gündür, bu gündür her nedense o tablo gözümden hiç gitmiyor. Robert Abudara saldırıların hedefi olan Beth İsrael Sinagogu’ndan sağ çıkmış, “Teröre yenilmeyeceğiz” diyordu spikere…
Saldırıların hemen sonrasında gazetemize verdiği söyleşisinde ise şöyle demişti: (…) Terörün oyununa gelmemiz lazım. Terörün gayesi bizi yıldırmaksa, bizi yıldıramadıklarını, korkutmaksa, korkutmadıklarını göstereceğiz. Bu ülkede 500 yıldır nasıl inançlarımızı, ibadetlerimizi, örf ve adetlerimizi uygun olarak yaşattıysak bu yaşantımızı devam ettirmemiz lazım. Yine sinagoglara, kurumlarımıza eskisi gibi gitmemiz lazım. Yoksa bu oyunu kaybederiz.
O gün ben hemen olay yerinden şu açıklamayı yaptım: bir hafta sonra yine sinagoga gideceğim, yine duamı yapacağım, yine Tanrı’ya ibadet edeceğim. Hepimiz böyle yapmalıyız ki, terör bu savaşı kazanamasın.
(…) Bizler birlik ve beraberliğimizi her zamankinden daha fazla muhafaza etmeliyiz.”
Robert Abudara’nın dediği gibi bir süre bocaladıksa da teröre yenilmedik… Birçoğumuza örnek oldu. Abudara her zaman cemaatin ön saflarında olmaya devam etti. Cemaati için, sevdikleri için, inançları için çalıştı. Bu, onun yaşam şekliydi…
Ancak sıcak bir yaz günü kalbine yenik düştü. Robert Abudara, ardında gözü yaşlı bir eş, iki kız çocuğu, yüreği yaralı bir anne, sevenler ordusu bırakarak zamansız aramızdan ayrıldı.
Tüm sevenlerinin başı sağ olsun…