Latitude

Köşe Yazısı
28 Temmuz 2010 Çarşamba

İnsanların özel hayatıyla bu kadar iç içe olmamız sanırım Facebook ile başladı. Önce status yani şu anki durumumuzu güncelleme, sonra fotoğraf albümleri oluşturup kızıp kızmayacaklarına, isteyip istemeyeceklerine aldırış dahi etmeden sanal alemde arkadaşlarımızı ifşa etme... İki sene önce “Facebook’la işim olmaz” diyenler bugün ana sayfanızı açtığınızda bebekleriyle, aileleriyle boy boy resimlerini sergilemeye başladılar. Kınayanlar sosyal iletişim ağlarına katıldı, normlar da Facebook’un ara yüzü gibi hızla değişti… Sosyal paylaşım sitelerinde sergilenenler özel hayata tecavüzden, kısa bir sürede hayatımızın normal akışı haline gelince akıllara şu soru geliyor; merak nereye kadar normaldir?

***

Bugünlerde çevremde sıkça gözlemlediğim bir merak var; Latitude… Google’ın bir uygulaması olan Latitude cep telefonunuza indirdiğiniz anda hangi semtte olduğunuzu aşağı yukarı yarım kilometre yanılma payıyla harita üzerinde gösteriyor. Gmail hesabı olan arkadaşlarınızı ekleyip, onların hangi mekânda olduğunu takip edebiliyor, kendinizin de nerede olduğunu onların görmesine izin verebiliyorsunuz. Arkadaşlarınızın olduğu yere gidip şaşırtmak istiyorsanız Latitude’dan yol tarifi alabiliyor, bulundukları mekâna varabiliyorsunuz. Bu, bir anlamda mahremiyetin sonu demek. İşin kötü kısmı ise insanların nerede olduğunun bu kadar gözler önüne serilmesinin, bir süre sonra Twitter’daki yorumları okumak kadar normal kaçacağını bilmek. Önüne geçilemez bir meraklılığın, ‘çağdaşlaştıkça’ kölesi olabilmek…

İnsanın doğasında vardır merak… Davranış bilimini inceleyen kişiler merakın bir içgüdü olmadığını savunsa da, doğuştan gelen bir duygu bizi daha fazlasını öğrenmeye, konuya daha iyi hâkim olmaya zorlamıştır içten içe. Bazen merak, çocukken Büyükada’daki evinizde otururken radyonuzun komşularınızdan bir tanesinin telsizini çekmesini keşfetmenizle başlar, bazen ise yolda yürüyüş yaparken tül perdesi aralanmış evlere gözünüzün ucunun kaçması kadar basittir merak hissi. Ancak merakın bir çeşidi vardır ki, tüm etik sınırlarını geçip bir de üstüne maddi gelir sağlar; bu da medya destekli meraktır.

***

Meraklı olmanın ‘normal’ olabileceğini yeni nesle aşılayan olgu da televizyonda yer alan, özel hayatları tamamen gözler önüne seren ‘Reality’ programları değil midir zaten? Aktör olmayan insanların bir mekâna tıkılıp, çoğu programda bir nevi yarışma formatına sokulması, ekran önündeki bu insanlara çoğunlukla para verilmemesi, sadece kazananın ödül aldığı, insanların sözde doğal davrandığı, günlük hayatlarını tecrübe ettiği programlar değil midir meraklı olmayı tetikleyen. Yaratıcılıktan yoksun olanlar için müthiş bir konsept reality show; oyunculara –‘gerçek insanlara’- para ödenmiyor, bilinçaltı reklam formülüyle sponsorlardan para yağıyor, ekran önündekiler de kişilerin kavgalarını, entrikalarını, duygusal çöküşlerini merakla bekliyorlar gün be gün…

Farkında olmasak da, sanal paylaşımlar da bir nevi reality show. Para almadan yazan, yazar olmayan insanlar, fotoğrafçı olmadan fotoğraflarıyla yaşamlarını kare kare ifade eden kişiler, bilgi sahibi olmadan fikir yürüten yorumcular… Bütün bu ‘kendini ifade etme’lerin ardında yatan gerçek ise sadece başkalarının hayatına olan merak…