Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde adamın biri evini, şehrini terk edip yeni bir yerin arayışı için yola çıkmış. Ve o kişiden sonra adına seyahat dediğimiz yerleşim yerini değiştirme işlemi başlamış. Bu ilk kişi ne için arayışa çıkmış diye kendime sordum durdum ve sonunda sadece iki cevapla baş başa kaldım. ‘Daha’ veya ‘Mutluluk’ arayışı olduğuna karar verdim.
Ben bu satırları Çeşme’den Miami’ye mektup olarak yazıyorum. Bundan tam bir yıl evvel bizler de ailecek mutluluğu yakalamak için Amerika’ya yerleştik. Birkaç hafta evvel eşim ve çocuklarımla birlikte tatil için Türkiye’ye geldik. Fırsattan istifade edip İstanbul, Ankara, Kırıkkale, Muğla ve İzmir’i kısa süre için de olsa ziyaret ettim. Hepsinin ortak paydası sevgiydi. Dolaşan, bulaşan, kelebek etkisi gibi her yere yayılan mutluluğu oralarda buldum. Arıyormuşum demek ki… Ve de varmış. Hep var olmuş ben de bulmuşum. İşin aslı mutluluk hep benimleymiş, benim içimdeymiş haberim yokmuş.
Mutluluğu farklı mekânlarda, değişik insanlarda veya sahip olunan eşyalarda arayanlar da var elbet. Kendi dışında arayanlar için söyleyecek çok şey var. Ancak orasıyla burasının kıyaslamasını soranlara, burada olmayan orada ne var diye merak edenlere şunu sormak istiyorum. Sevgiyi depolamak, saklamak mümkün müdür? İçimi ısıtan, elimi uzattığımda yıldızlara dokunabileceğimi hissettiren mutluluğu yanıma alıp birlikte götürmenin bir yolu var mı? Bir insan karanlıkta mı daha yalnızdır yoksa ışığın altında mı? Siz yalnızlığın ne demek olduğunu hiç bildiniz mi? Sizi ısıtan kişiler yerine güneşten medet umduğunuz hiç oldu mu? Sabahlara kadar uyumadan, çocuklarınızın dönmek için günleri saydığını görüp de üzüldüğünüz ve elinizden hiçbir şeyin gelmediğini acaba hiç fark ettiniz mi? Kadere meydan okumak adına açtığımız beyaz bir sayfada, yeni bir hayata başladığımızı zannederken yanında olanların hayata küskün bir ifadeyle durduklarını görünce insanın kalbi sızlamaz mı, içi cız etmez mi? Ancak eder de elden ne gelir?
Mutluluğu ararken konuşmayı seven ben bile susmayı öğrendiysem, yüzü gülen eşimin suratı asılmaya başladıysa, kadere mi kızmak lazım verilen karara mı? Bizler neyin kararını verdiğimizi sanıyoruz ki Allah aşkına.
Ağlarken bile dayanacak bir omuz bulamıyorsak, dayanağımız kimdir, nerededir? Sevgiyi aramaktan yorulmuşsak ve sevgi dilencisine dönmüşsek kelimeler de yetmez heceler de harfler de. Mutluluğun tadını alan bilir, aynısını sürekli ister. Doymaz doyamaz onun ateşine, enerjisine…
Eski arkadaşlar, dostlar, aile ile birlikte geçirdiğimiz zamanın yanı sıra pek çok yeni, genç ve taze ilişkilere de başladık burada. Hiç biriyle ayrımız gayrımız yokmuş onu fark ettim. Aslında hepimiz biriz, aynı topraklarda yaşayan insanlar nasıl bir olmasın ki?
Beraber çıkmalar, gezmeler, sohbet ve paylaşımlarla hayatımızın büyük bir kısmını yaşadığımız topraklarda gördüm ki biz aslında hiç ayrılmamışız ondan. Ne de o bizden. Kopmamışız. Köklerimiz sağlammış, yer etmiş derinlerde… Her şey aynı bıraktığımız gibi kalmış. Bizler biraz değişmiş, biraz sorgulamışız hayatı ve onun beraberinde getirdiği her şeyi, hasret içindeyken, gurbetteyken. Sevgi hep aynı kalmış, ilgi, ağırlama, misafirperverlik, yardım etme, koruma, kollama. Azalmamış uzaktayken… Bunlarmış bizi biz yapan. Bunlarmış bizim değerlerimiz. Ne mutlu ki yüzyıllardır değişmiyor ve hepsine sahip çıkıyoruz. Hayat basitmiş, her şey basit aslında.
Uzaktayken sebepsiz yere düşünmek, dalmak âlemlere, özlemek havasını, kokusunu olağan gelir de şimdi neden aynı ruh haline girersin be adam. Bunu kendime sormadan edemedim. Defalarca hem de. Henüz gitmeden, kimseleri ardımda bırakmadan nasıl özlemeye başlar ki insan?
Vatan neresi, ülken neresi, sen kimsin, nerelisin? Bu sorulara herkesin vereceği farklı ve ilginç cevaplar olacaktır. Eskiden cevabımın yuvamın olduğu yer, eşim ve çocuklarımın olduğu ev, yemeğimin piştiği mutfak diye düşünürdüm. Değilmiş. Bir yere ait olmak veya olduğunu sanmak başka, bir şehre gidememek ona kavuşamamaksa bambaşkaymış. Meğerse biz hiçbir yere gitmemişiz aslında.
Kavgalar, birbirimizi kırmalar olsa da affetmek unutmaktır. Ancak unutmak affedilemez. Yaşadığın yeri, bunca yıldır yuva bildiğin toprakları unutmak mümkün mü? Şimdiye kadar kim bunu becermiş de biz beceremedik sanıyorsunuz?
İstanbul’un Boğazı’nı, Çeşme’nin levreği, çipurasını, Alaçatı’nın pazarını, Kırıkkale’de mangal gecelerini, Muğla’da seher vakti sohbetlerini bir kez tadınca aynısını tekrardan aramaz mı insan? Gönül istemez mi aynı sıcaklığı? İster, öyle bir ister ki… Ancak bulur mu? Biz bulacak mıyız mutluluğu bir kez daha? Bilmiyorum. Arayan bulur demişler… Şimdilik henüz gitmeden özlemeye başladım. Neyi, kimi bir ben bilirim bir de onlar. Burada olanlar orada yok, oranın verdikleri de burada yok.
Haritasız çıkılan yolun sonu belli olmazmış. Biz yola çıktık bir kere, hele dur bir bakalım. Mutluluğu başka mahalle, şehir veya ülkede arayacak olanlara soruyorum. Mutluluk bir düşünceden mi ibarettir, yoksa bir duygu mudur, belki de bir süreçtir. Bu sorunun cevabını da siz bulup bana yollayın. Adresim belli nasılsa.