Norbert Glanzberg’i tanır mısınız? Hayır mı? Ya ‘Padam Padam’ dersem? Peki ya aşkların şehri Paris’le ilişkisini…?
Norbert Glanzberg’in adı çoğu kimseye tanıdık gelmese de Padam Padam’ın yanısıra onlarca efsane fransız chanson’unun yaratıcısı olduğunu bilmeden tanıyoruzdur aslında bu ünlü ünsüzü…
Yirminci yüzyılın en büyük kompozitörlerinden biri olan Norbert Glanzberg’in hayatı ve bestelerinden oluşan bir müzikale ev sahipliği yapıyor Paris bu yaz: Padam Padam. Daha once Judy Garland’ın anısına sahnelenen ‘Une Etoile et Moi’(Bir Yıldız ve Ben) müzikalinden tanıdığımız Isabelle Georges, adı çok duyulmamış ama dillerden düşmeyen bestelerin yaratıcısı bu sanatçının hikâyesini anlatıyor oyununda. Georges’un o duru sesine, üç müzisyen- piyanoda Frederik Steenbrink, kontrbasda Jerome Sarfati ve gitarda Edouard Pennes- eşlik ediyor.
Küçük Norbert bir yaşındayken, doğduğu Polonya’dan Bavyera’ya taşınır ailesiyle... Üç yaşında annesinin hediye ettiği armonikayı çalmaya başlar. Dört yaşında ilk kez gittiği sinemada ilk filmini izler. Film sessizdir ama bir orkestra, filme eşlik etmektedir. Sinema salonunda kalbi küt küt atan Norbert dili döndüğünce annesine sorar, “Anneciğim, müzik neden hem gülüyor, hem ağlıyor?” Karar o an verilmiştir; müzik, hayatının ta kendisi olacaktır.
On iki yaşında Wurzburg Konservatuarı’na girer. Kısa zamanda koro şefi olur, film müzikleri yazmaya başlar. 1930’ların Almanyasında yükselişe geçen Faşizm nedeniyle Yahudiler için yaşam zorlaşmaktadır. 1933 yılında Goebbels, Nazi partisinin gazetesi ‘Der Angriff’de, Glanzberg’i ‘dejenere Yahudi sanatçı’ diye nitelendirir ve sanattan men edilmesini emreder. Norbert için ülkesinden ayrılmaktan başka çare kalmamıştır. Paris’e kaçar. Kendisi gibi sürgün jazz manouche/gypsy jazz’ın babası sayılan Django Reinhardt’la tanışır, bal musette’lerde (akordeonlu danslar) çalışmaya başlar, ünlü şarkıcı Lys Gauty için besteler yapar.
Fakat Nazi ayak sesleri Fransa’da da peşini bırakmaz. 1940’da Güney Fransa’daki ‘zone non occupée’ye(işgal edilmemiş bölge) yerleşir. Chansons pour Piaf: Norbert Glanzberg, toute une vie 1910-2001 (Piaf için Şarkılar: Norbert Glanzberg, Bir Hayat)* adlı biyografisini kaleme alan Astrid Freyeisen’in da belirttiği gibi Almanya’nın Fransa’yı işgaliyle tehlikeli bir saklambaç başlar Norbert için: Nice, Marsilya, Antibes... Savaş yılları, baskınlar, kaçışlar, gizlenmeler, sahte kimlikler, tutuklanmalar, hakaretler, küçük düşürülmelerle dopdolu geçer. Hayatta kalabilmeyi müzisyen arkadaşlarına, Eluard, Prévert, Aragon, Triolet, Juillard gibi tanıştığı dönemin entellektüel direnişçilerine ve kısa bir aşk ilişkisinin ardından güçlü bir dostluk kurduğu Edith Piaf’a borçludur. Bir de müziğinin gücüne…
1945’de özgürdür artık. Charles Trenet ve Tino Rossi ile turnelere çıkar. 1948’de Henri Contet’le yazdığı Padam Padam şarkısı Edith Piaf tarafından seslendirildiğinde, şarkı bir anda aşkın uluslararası marşı oluverir. 1952’de Yves MontandMoi j’m’en fous ve Les grands boulevards’ı, yine Piaf, Mon manège à moi’yı seslendirir. Maurice Chevalier, Henri Salvador, Jean Bretonnière, Éliane Embrun, Anny Flore, Dario Moreno, Luis Mariano, Francis Lemarque, Pétula Clark, Dalida, Mireille Mathieu için unutulmaz şarkılar besteler.
Ardından gelen rock’n roll/yéyé dönemi, müzikhol kariyerine son verse de ileriki yıllarda çocukluk aşkı klasik müziğe geri dönüş yapar. 1983’de Der Tod ist ein Meister aus Deutschland (Death is a Master from Germany) adlı şiir koleksiyonunu okuduktan sonra aralarından 12 tanesini seçerek Holocauste Lieder’i besteler. Şiirler, Nazi kamplarına sürülen ve çoğu can veren Yahudiler tarafından yazılmıştır. 1985’de Nobel Ödüllü Isaac Bashevis Singer’in romanlarından ve annesinin şarkılarından esinlenerek daha taze ve hafif melodilerle dolu La Suite Yiddish konçertosuna imza atar.
Ölümsüz eserleriyle 1910 doğumlu müzisyene, doğumunun 100. yılında büyük bir saygı duruşudur ‘Padam Padam’... ve 50’lerin en güzel şarkılarını üretmesine ortam oluşturan Paris’e aşkla ithaf edilmiştir. O Paris ki aşkların ve aşıkların şehridir zaten…
***
Bu yaz Paris’e bir saygı duruşu da Hotel de Ville’deki Paris d’Amour Sergisi… Sergi, kişisel tarihlerini ışıklar şehrinin tarihiyle birleştiren, aşkların bu en güzel sahnesinde ‘ölüm bizi ayırıncaya dek’ yeminini eden çiftlerin hikâyesini şiirsel fotoğraflarla bezeyen bir ithaf. Tüm fotoğraflar Gérard Uféras imzalı. Uféras, iki yıl boyunca birbirlerine “evet” demek için Paris’i seçen 70 çiftin yaşamlarına giriyor; nikah öncesi, sırası, sonrasında fotoğraflarıyla onları ölümsüzleştiriyor ve farklı kültür, gelenek, cemaat, nesillerden gelseler de ortak noktaları ‘aşklarını Paris’te yaşamak’ olan bu çiftlerin mutluluk, coşku ve heyecanlarını görüntülediği olağanüstü bir mozaik oluşturuyor.
Paris Belediye Başkanı Bertrand Delanoë, sergiyle ilgili sözlerinde, “Paris d’Amour sınırsız, dinsiz, ırksız bir insanlık dersidir. Paris’in kimliğini oluşturan özelliklerden biri aşkın özgürlüğüdür, birlikte yaşama mutluluğunun vitrinidir. Biz Paris’te renkleri silmiyor, birleştiriyoruz,” diyor.
Adları Vildan-Gökhan, Moun-Eunju, Manjula-Bruno olsun Türk, Fransız, İtalyan, Japon, Amerikalı, Koreli, Senagalli, Kamerunlu farketmiyor. Farklı renk, ırk, inanç, milliyet, kültür, kök ya da yaşam parkurları… Hepsi aşk karşısında önemini yitiriyor. Sizleri, çiftlerin birlikteliklerini ve Paris’i anlatan cümleleriyle başbaşa bırakıyor ve gelecek ay buluşuncaya dek sevgi dolu günler diliyorum.
Birlikte bir projemiz var: Birbirimizi sevmek…
Paris’te herşey birbirine karışıyor: Bizim sokakta Italya’daymış gibi hissedebilirsiniz kendinizi… Köşedeki bar Çinli, komşularımız ramazanı kutlar, az ilerdeki Kamboçya restoranında haftada bir akşamları yemeğe gideriz, yol üstünde boubous’lu(Afrikalıların giydiği etnik kıyafet) kadınlarla selamlaşırız. Burada dünyayı paylaşıyoruz.
Evlilik çok samimi bir kutlamadır, etraf çok kalabalık olsa da..
Bir film gibiydi ama gerçek hayattı
Paris’te her semtin kendine özgü havası vardır, tek kelimeyle büyülü!
Paris’te ikimizin de aynı rüyası vardı: Aşka rastlamak!
Size uygun ayakkabıyı bulduğunuz an, yola onunla devam edersiniz
Liberté, égalité, fidelité (özgürlük, eşitlik, sadakat)!