Geçtiğimiz Pazar günü elime ilginç bir haber ulaştı.
‘2010 Gençlik Yaz Olimpiyatları’nda İsrailli atlet Gili Haimovich altın madalya kazandı.’ Burada enteresan olan Haimovich’in İsrail’e tekvando dalında tarihinin ilk Olimpiyat altın madalyasını kazandırması değil; madalyayı nasıl kazandığı…
Haimovich’in finaldeki rakibi İranlı Muhammed Süleymani idi. Herkesin sonucunu heyecanla beklediği karşılaşmaya Süleymani gelmedi. Böylece Haimovich teknik galibiyet alarak şampiyon oldu.
Şimdi biraz senaryo yazalım… Genç Süleymani yıllardır hazırlandığı turnuvada rakiplerini bir bir alnının teriyle eliyor. Klasmanında dünyanın en iyisi olmak için hırsla çabalıyor. Yüze yüze kuyruğuna kadar geliyor. Karşısına düşman ülkenin vatandaşı bir rakip çıkıyor. Genç Süleymani’nin umurunda değil. Bu kadar sene en iyi olmak için çalışmış ve önüne kim gelirse elemeye and içmiş.
Süleymani sabah kalkıyor. Karşılaşma öncesi kahvaltısını edecekken antrenörü yanına geliyor ve spor salonuna gidilmeyeceğini söylüyor. Emir büyük yerden diyor ve Süleymani’ye anlatmaya başlıyor: “Ülkemiz, rakibinin ülkesini tanımıyor. Eğer onun karşısına çıkarsan gayri resmi olarak onları tanımış olacağız. Bunun toplumumuzda yaratacağı infiali düşünebiliyor musun? Daha çok gençsin. Hadi beni dinlemedin ve finale çıktın. Kaybedersen ne olur? Düşünmek bile istemiyorum.”
Buna benzer konuşmalar olmuş mudur, Tahran’dan ultimatom gelmiş midir, son dakika kararı mıdır bilinmez… Bilinen tek şey spora siyasetin karışmış olduğudur.
Spor evrensel bir kavramdır. Dost ya da düşman tanımaz. Sadece kimin daha iyi sporcu olduğu ile ilgilenir. Kimin daha çok çalıştığı, kimin daha çok hak ettiği ve kimin daha şanslı olduğu önemlidir. Spor dini inançları, ideolojileri, politikayı bir kenara atar, bunlarla ilgilenmez.
Sporun dini, milliyeti ya da ırkı yoktur.
Bunu Adolf Hitler, 1936 yılında açılışını bizzat kendinin yaptığı Berlin Olimpiyatları’nda, Aryan ırkının en iddialı olduğu atletizm dalında dört tane dünya rekoru kıran Amerikalı siyahi atlet Jesse Owens’tan öğrenmiştir.
Bunu, bir futbol maçı sonrası birbirine giren ve savaşta yüzlerce vatandaşını kaybeden El Salvador ile Honduras toplumları da acı şekilde öğrenmiştir.
Bunu 1998 Dünya Kupası’nda ‘Büyük Şeytan’ olarak adlandırdığı ABD ile karşılaşan ve rakibini 2-1 yenen İran da öğrenmeliydi…
Ama öğrenmemeyi tercih etti.
Olan, belki de en iyiyken hiç ilgisi olmayan siyasi hamleler yüzünden ikincilikle yetinmek zorunda kalan zavallı Muhammed Süleymani’ye oldu…