Önümüzdeki günlerde Yahudi dünyasının en önemli iki bayramı olan Roş-A’şana (yeni yıl) ve Yom Kipur (kefaret günü) bayramlarını kutlayacağız.
Roş-A’şana’nın ilk günü ile Yom Kipur arasındaki on günlük süreç, Yamim Norayim (Yüce Kutsal Günler) olarak adlandırılırlar. İnançlarımıza göre, altın buzağı olayından sonra Moşe’nin yakarışları sonucunda Tanrı’nın affı Kipur günü gerçekleşmiş ve Moşe, Sinay dağından ikinci On Emir tabletleri ile inmiştir. Bu nedenle yıl boyunca dinden ve sinagoglardan uzak kalanlarımız bile bu kutsal günlerde ve özellikle Yom Kipur’da sinagoga giderek cemaate katılırlar. Bu günler süresince kapıları özür dileyenlere açık olan Tanrı’nın yüce huzurunda, bilerek ya da bilmeyerek kendisine karşı işledikleri günahlarının affedilmesi için Tanrı’ya yakarırlar.
‘Yom Kipur’ gününde yalnızca Tanrı’ya karşı işlenmiş günahların affı söz konusudur. Bu af, insanlara karşı yapılan hataları kapsamaz. İşte bu nedenle yıl boyunca incittiğimiz kişilerden Kipur gününden önce özür dileyerek, Tanrı’nın huzuruna hazırlıklı gelmemiz gerektiği öğretilir. O kadar ki bilgelerimiz, duaya başlamadan önce bir arkadaşımızla aramızda olan bir husumet olduğunu hatırlarsak, duaya başlamayıp, o arkadaşımızı bulmaya giderek önce onunla bir uzlaşmaya varmamızı ve sonra duaya dönmemizi önerirler.
Rabi Şimon Refael Hirsch ‘Sefer Horev’ isimli kitabının 63’ncü sayfasında şöyle der:
Biri senin malına zarar verirse, o kişi senden henüz özür dilememişse bile, onun yaptığını UNUT. “Affetmek ve unutmak” senin meziyetin olmalıdır. Senden aldıklarını gerçekte senin değilmiş gibi düşün ve hiçbir şeyin eksilmemiş gibi davran. Eğer bedenine bir zarar vermiş ya da şerefinle oynamışsa bile senden özür dilemeye geldiği zaman kolaylıkla affedici ol. Eğer iyi bir karaktere sahip isen, o zaman her şeyi unutur, arkadaşının sebep olduğu acı ya da ıstırapları, senden henüz özür dilemediyse bile kalbinden sökebilirsin!.
İsterseniz konunun dinsel boyutunu bizleri yorumları ile daha kapsamlı aydınlatabilecek değerli Ravlarımıza bırakıp, toplumsal ve bireysel yönünü irdeleyelim.
Tanrı’dan özür dilemek, nedense insanlardan özür dilemekten çok daha kolay gelir insanoğluna. Özür dileyebilmek için, kırdığımız kişi ile karşı karşıya gelmemiz ya da onunla bir şekilde iletişim kurmamız gerekir. Atılması gereken bu adım, bir eziklik, bir güçsüzlük, bir küçülme gibi algılanır. Gurur, inat ya da umursamazlık bu algıyı güçlendirerek özür dilemeyi daha da zorlaştırır. Hâlbuki büyüklük, bu duyguları aşabilecek erdemi gösterebilmekte yatar. Kırdığımız kişinin gözbebeklerine tüm içtenliğimizle bakarak, kalbimizi onun avuçlarının içine bırakabildiğimiz O AN’ın kelimelere ihtiyacı yoktur... O an kutsaldır! Tanrısaldır! O an bizi, kendimizi suçlu hissetmekten ve sürekli bir kaçıştan kurtarır. Kendi hatalarımızın sorumluluğuna sahip çıkabildiğimiz o an, kendimize olan saygımızın ve özgüvenimizin geri gelmesini sağlar.
Bazen, özür dilenecek bir hareket veya söylemde bulunmamış olmamıza rağmen yalnızca farklı gereksinimlere, farklı zevklere veya farklı görüşlere sahip olduğumuz için karşımızdaki ile ters düşebiliriz. Sözlerin bittiği o anda “Üzgünüm kardeşim, yalnızca farklı bakış açılarımız var, amacım seni kırmak değildi” diyebilmek utanılacak bir şey değil, insana çok yakışan bir erdemdir.
Özür dilemeyi takip etmesi ve cevaplaması gereken eylem ise Affetmek’tir. Affetmek, özür dilemekten çok daha zor ve karmaşıktır. Hatasını görmüş, anlamış ve pişmanlığını, kişiliğimize verdiği değerle birleştirerek bizden özür dilemeyi başarabilen bir insanı, bize yaşattıkları ne olursa olsun affedebiliyor olmayı bir şekilde başarmamız gerekir. En azından kendini aşarak özür dilemeye karar veren kişinin, bu zor kararını yerine getirebilmesi için, kendisine bu fırsatı tanımamız gerekir.
Affetmek bir süreçtir. Affetmek için, insanın ruhsal ve zihinsel olarak kendisini hazır hissetmesi gerekir. Birilerinin önümüze çıkıp “bak ben seni seviyorum, hadi sen de beni sev” demesi gibi, kimsenin zorlamasıyla affetmek mümkün değildir. Affetmek, affettiğimiz kişinin davranışlarını onaylamak ya da ilişkiye kaldığımız yerden devam etmek değildir. Affetmek, unutmak da değildir. Unutmak daha uzun ve zorlu bir süreci gerektirebilir.
Affetmek, kendi yargılarımızla kendi kendimize vermemiz gereken bir karardır. Affetmek, nefret ile sevgi, düşmanlık ile kardeşlik arasında yapmamız gereken içsel bir seçimdir. Affetmek, kendimiz ile barışmaktır. Affetmek, bizi kıran kişiye ne cezası verirsek verelim bunun bize yetmeyeceğinin farkındalığıdır. Affetmek, yapılanları zihinsel olarak unutamasak bile, kendi içimizdeki kırgınlığın, kızgınlığın, nefretin hapishanesinden özgürlüğe çıkmaktır. Affetmek, artık acıyı hissetmemektir. ‘Duygusal unutma’ affetmenin diğer adı ve gerçekten unutabilmenin ilk adımıdır.
Affetmek ancak affederek öğrenilebilir.
Hayat, özür dilememizi veya affetmemizi gerektiren sayısız olayları karşımıza çıkarır. Tanrı’nın bu dünya üzerinde bize bahşettiği yaşam günlerini çevremizdeki insanlarla ahenk içinde geçirmek istiyorsak, bu muhteşem ikiliyi ustalıkla kullanmayı bir şekilde öğrenmemiz gerekir.
Bayramlarınızı kutluyor, dualarınızın kabul görmesini ve yüreğinizdeki tüm iyi dileklerin gerçekleşmesini diliyorum.