Çanakkale’den bir hoş seda

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
22 Eylül 2010 Çarşamba

Geçen haftaki Şalom’u kimlerin okuduğu hemen belli oldu. Anımsarsanız son köşe yazımda, içerikle bağlantılı olarak küçük bir kaza geçirip düştüğümü belirtmiştim. Ardından çok sayıda ‘geçmiş olsun’ telefonu aldım. Öte yandan, dizimi görüp, ‘Aa ne oldu’ diyenler de vardı. Onlar da sağ olsunlar, gazeteyi okumayanlardı. Ya da biraz tevazuyla gazetenin tamamını okumaya vakit bulamayanlar…

Pazartesi sabahı olay yerini incelemeye gittim. Takıldım bir kere. Bir kaldırımdan diğerine olan mesafede kaç çukur olduğunu tahmin edemezsiniz. Yollar size, ‘bugüne kadar düşmediğin marifet’ diyor adeta. Teşvikiye’de durum böyleyken paralelindeki Abdi İpekçi Caddesi’ndeki yol çalışmalarını varın siz düşünün. Belediye çevre sakinlerine herhangi bir açıklamada bulunmadığı için genişletilen kaldırımlara, keşmekeşe dönen trafiğe bir anlam verebilmek mümkün değil.

***

Bizleri en çok sevindiren olaylardan biri, okurlardan aldığımız e-postalardır. Bu haftaki köşemi ‘Taşlih Duası’ başlıklı yazımın ardından görüşlerini kaleme alan Sami Yafe ile paylaşıyorum. Sanırım ilginç bulacaksınız.

“Selamlar,

 Bu yazıyı size yazmamın sebebi; iki hafta önce köşenizde bahsetmiş olduğunuz “Taşlih Duası”.

Yazıyı okumam; beni gençliğime yani yaklaşık 1950’li yıllara kadar götürdü.

Ben 1937 doğumlu aslen Çanakkale’li olan ve 1950’li yıllarda yaklaşık 150 aile ile birlikte Çanakkale’de yaşamış olan bir ailenin oğluyum. O zamanlardaki Roş Aşana ritüelleri tam anlamıyla yazıda bahsetmiş olduğunuz kapsamda, ancak çok daha görkemli geçerdi Çanakkale’de...

Sinagogumuz; Azara’da bayanlar ve aşağıda da erkekler olmak üzere tıka basa dolu olurdu. O zamanki hahamımız rahmetli Salamon Varon yaklaşık 60-70 yaşlarındaydı.Kendisi, bestekar, makamı seven, gür sesli bir hahamdı. Yazıyı okuyunca hemen o günler gözümde canlandı ve gözlerim o günkü gibi dolu dolu oldu.Sebebi de şuydu;

 Roş Aşana tefilasındaki Taşlih Duası’nda hahamımız İspanyolca olarak; Avram’ın Yitshak’ın kurbanlık serüvenlerini eşsiz bir makamla 15 dk boyunca okurdu.Bu sırada şeytan ile yaptığı mücadeleyi son derece gerçekçi bir şekilde bize aktarırdı: “Kuando tomo el kuçiyo a la degoyar Yitsak, vino delos syeloz una boz: Avraaamm, Avraaaamm”.

Bu anlatım tüm sinagogu çınlatır ve hepimiz kadın erkek gözyaşlarına boğulurduk. Minha’dan sonra da sinagogun bahçesindeki kuyuya bakıp, suda kendi siluetimizi görüp bütün sene işlediğimiz günahların silineceğine dair bir inançla dua ederdik.

Özet olarak bu yazıyı size yazmamın sebebi şudur; bu ritüeller, bu dualar artık hiçbir sinagogda İspanyolca yapılmıyor ve çocuklarımız, gençlerimiz bu duyguları tam manasıyla artık yaşamıyorlar. Eğer bir gün bu konuda bir girişim olursa gerçekten bizim yaşımızdakiler mutlu olacaklardır.

Yazılarınızdan dolayı sizi tebrik eder, sevgi ve saygılarımı iletirim.”