Türkiye-İsrail ilişkilerine bakıldığında, genellikle gündeme iki ülke arasındaki stratejik ve askeri işbirliği gelir. Oysa iki ülkeyi birbirine bağlayan çok daha önemli ve derin bir unsur vardır ki, o da iki ülkenin siyasal yapısıdır. Hem Türkiye hem de İsrail, Avrupa Birliği’nin demokrasi ölçütlerinin gerisinde olsalar da, Ortadoğu’daki en demokratik iki ülkedir.
Birincisi, iki ülke de, çok partili parlamenter demokratik sisteme sahiptirler. İki ülkede de serbest seçimler yapılabilmekte, anayasal demokratik düzene aykırılık oluşturmayan herhangi bir siyasi parti seçimlere katılabilmekte, vatandaşlar oylarıyla ülkelerini yönetecek liderleri seçebilmektedir.
İkincisi, iki ülkede de, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü anayasa ve yasalar tarafından büyük ölçüde güvence altına alınmış, uygulamada zaman zaman bazı sorunlar yaşanabilse de, t
Üçüncüsü, iki ülkede de, din siyaseti zaman zaman etkileyebilse de, laik bir düzen mevcuttur, din ve hukuk, din ve eğitim, din ve idari yapı keskin bir biçimde ayrılmıştır.
Bu üç unsurun üçü birden, Ortadoğu’da, Türkiye ve İsrail dışında, hiçbir ülkede mevcut değildir. Ortadoğu’da, söz konusu üç unsur bir arada, sadece iki ülkede mevcuttur: Türkiye ve İsrail. Ne İran’da, ne Mısır’da, ne Irak’ta, ne Suriye’de, ne Lübnan’da, ne Ürdün’de, ne Suudi Arabistan’da, ne Katar’da, ne Kuveyt’te, ne Birleşik Arap Emirlikleri’nde, ne Bahreyn’de, ne Umman’da, ne Yemen’de böyle bir siyasi yapılanma yoktur. Böyle bir siyasi yapı Kuzey Afrika’daki Arap ülkelerinde, Libya’da, Cezayir’de, Fas’ta ve Tunus’ta da mevcut değildir.
Ancak nasıl oluyorsa, Türkiye ve İsrail birbirlerine daha çok yaklaşacaklarına, birbirlerinden daha fazla uzaklaşıyorlar, Türkiye, özellikle son yıllarda, AKP yönetimi altında, İran ve Arap ülkeleri ile daha fazla yakınlaşmaktadır. Neden? Çünkü İsrail nüfusunun büyük çoğunluğu Musevi, İran ve Arap ülkelerinin nüfusu ise Müslüman! Yani din 21. yüzyılda bile hâlâ, en belirleyici unsur olmaya devam ediyor. Sanki Orta Çağ’da yaşıyoruz!
AKP’ye sorarsanız, mesele Filistin sorunudur. Oysa olayın Filistin sorunu ile uzaktan yakından alakası yoktur. İsrail yönetiminin Filistin politikası büyük bir fiyaskodur. Bundan hiç kuşku yok. İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargo ve blokaj, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te sürdürdüğü işgal en kısa sürede son bulmalıdır. İsrail’e yönelik hiçbir terör saldırısı, bu uygulamaları haklı çıkartamaz; aksine bu uygulamalar İsrail’e yönelik terör saldırılarını da daha fazla körüklemektedir. Ancak Filistin konusunda kendisini ön plana atıp kahramanlık yapmaya çalışan AKP nasıl oluyorsa, yeryüzündeki diğer insan hakları ihlalleri ve katliamlardan vazgeçtik, burnumuzun dibinde, ABD işgali altındaki Irak’ta katledilen yüzbinlerce sivil konusunda sesini çıkartamıyor, çıkartamadığı gibi, 1 Mart tezkeresi vasıtasıyla, ABD’nin Irak’ı işgal planına ortak olabiliyor. AKP nasıl oluyorsa, Filistin davasının öncüsü olan ve bu çerçevede İsrail’e karşı onlarca yıldır mücadele veren Filistin Kurtuluş Örgütü ve El-Fetih ile ilişkilerini geliştirmek yerine, köktendinci HAMAS örgütü ile ilişkilerini geliştirmek için olağanüstü bir çaba sarfediyor. Neden? Çünkü FKÖ ve El-Fetih dinci bir örgüt değil, hatta büyük ölçüde laik sistemi savunan kişiler tarafından yönetiliyor.
HAMAS nedir? Avrupa Birliği’nin ve ABD’nin köktendinci terör örgütü olarak gördüğü bir oluşum. Pekiyi AKP’nin HAMAS merakı nereden kaynaklanıyor? Bu daha eskilere dayanıyor. Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Refah Partisi, HAMAS ile yakın ilişkiler kurmaya başlamıştı. O ilişkileri kuranlardan birisi kimdi? Şimdiki Cumhurbaşkanı, o zamanki RP Genel Başkan Yardımcısı ve Milletvekili Abdullah Gül. O zamanlar HAMAS yetkililerini RP kongrelerine davet eden Abdullah Gül, daha sonra Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, HAMAS yöneticilerini Türkiye Cumhuriyeti adına resmen Türkiye’ye davet edip görüştü. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da, her fırsatta HAMAS’a sahip çıktı, HAMAS ile ilgili RP-AKP geleneğini, devlet politikası haline getirmeye çalıştı. Davos’ta yaşanan krizin t
Elbette İsrail askerlerinin Mavi Marmara gemisindeki sivil halkı katletmesi kabul edilebilir bir durum değildir, bu olay sözcüğün tam anlamıyla bir rezalettir ve İsrail adına utanç verici bir eylemdir. İsrail bu konuda ciddi bir soruşturma açmalı, suçluları cezalandırmalı, Türkiye’den özür dil
2011 yılı Türkiye’de seçim yılıdır. Kimsenin kuşkusu olmasın ki, AKP, İsrail-Filistin anlaşmazlığı üzerinden, Filistin meselesini Türkiye’nin bir milli meselesi haline getirerek, Türkiye’de oy toplama girişimlerine devam edecektir. Önümüzdeki süreç, Türkiye ile İsrail yeni krizlere gebedir. Umarım İsrail yeni olası provokasyonlar karşısında, Türkiye-İsrail ilişkilerini zedelemek isteyenlerin eline yeniden bir koz vermez, yeni katliamlara, yaralamalara, çatışmalara, diplomatik krizlere yol açmaz, Erdoğan’ı güreş ringinde yalnız bırakır.
Erbakan döneminde “Kudüs Gecesi” etkinliği adı altında şeriat çağrıları yapılıyordu; artık Erdoğan döneminde, sandıklarda oy toplama dönemine geçildi.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin yeniden gelişmesinin önkoşulu, yukarıda vurguladığımız ve iki ülkede de ortak olan siyasal yapının değerini özümsemiş siyasal partilerin, her iki ülkede de iktidara gelmesidir. Türkiye’de AKP, İsrail’de Benjamin Netanyahu önderliğindeki muhafazakâr koalisyon işbaşında olduğu sürece, Türkiye-İsrail ilişkilerinin gelişmesi neredeyse olanaksızdır.
Doç. Dr. Örsan ÖYMEN kimdir?
1965 yılında doğan Örsan Kunter Öymen, 1987 yılında ODTÜ Felsefe Bölümü’nü bitirdi. New York Üniversitesi’nde felsefe dalında yüksek lisans, ODTÜ’de yine aynı dalda doktora dereceleri aldı. Daha sonra çeşitli üniversitelerde felsefe öğretmenliği yapan Öymen, halen Bahçeşehir Üniversite öğretim üyesi. Öymen, aynı zamanda Felsefe Sanat Bilim Derneği’nin kurucu üyesi ve yönetim kurulu başkanı.