Önce kendimden başlayayım. Bir Japon lokantasında, sushinin kalitesine mutfaktakilerin suratlarına bakarak karar veriyorum. Pek çok Sushi-Bar’da hakiki Japonların yerinde çakma Filipinli aşçıların çalıştıklarını bildiğimden, adamların dış görünümleri önyargımı belirliyor. Bir Uzakdoğuluyla karşılaştığımda, Çinli mi, Japon mu, Koreli mi diye içimden tahminler yürütmekten kendimi alamıyorum. Muhatabımın tipinden soyunu anlamaya çalışmak ırkçılıksa, bende ondan biraz var galiba… Yunan basketbol takımında oynayan iri kıyım zenciyi gördüğümde, ‘bu nasıl Yunanlı yahu?’ diye yüksek sesle yorum yaptığımda ırkçılığım bir doz yukarı vuruyor…
Aslında kabahat bende değil; çocukluğumda Andersen’in ‘Çirkin Ördek’ masalını ezberleten ebeveynlerimde… Hatırlayacaksınız, hani yanlışlıkla ördek yumurtalarının arasına karışan bir kuğu yumurtasından çıkan farklı ördek yavrusunun hüzünlü masalı. Farklı görünüşü yüzünden ördek kardeşlerinin alay ettikleri, fakat bir gün göldeki aksini görünce kendisinin mağdur bir ördek değil de öteden beri hayranlık duyduğu mağrur bir kuğu olduğu gerçeğiyle karşılaşarak mutlu sona ulaşan sözde ördek yavrusunun öyküsü. Her canlının ancak kendi türleri arasında mutluluk bulacağını öğreten yararlı bir masal…
Andersen’in bu türden eğitici masalları vardır. Fareli Köyün Kavalcısı da bunlardan biri, ama şimdilik onu yazının sonuna bırakarak yeniden konumuza dönelim. Japonları Çinlilerden, Zencileri Kızılderililerden, Slavları Frenklerden ayırt etmenin bin türlü yolu vardır. Gelin görün ki, bizim coğrafyada durum biraz karmaşıktır. İnsanları dış görünüşlerine göre kategorize edemezsiniz. Kim Türk, kim Ermeni, kim Kürt, kim Arap, kim Yunanlı bir bakışta anlaşılmaz. Üstelik bunların arasına Yahudileri de serpiştirince iş büsbütün içinden çıkılmaz hâle gelir. İnanın, portre karikatürü çizmeye yatkın biri olarak ben bile Yahudi soydaşlarımı ayırt edemiyorum.
Peki, bu durumda ne yapmalı? Eskiden etnik gruplar belirli renklerde kıyafetler giyerek birbirlerinden ayrılırlardı. Her grubun kendine özgü kumaşları ve terzileri vardı âdeta. Bugün ne yazık ki hemen herkes AVM’lerden giyiniyor. Moda renk hangisiyse Yahudi’si, Müslüman’ı, Budist’i, hepsi tek örnek… İnanç farkı bir anlamda kurtarıcı olabiliyor ama ırk belirlemek için yeterli değil. Uzun sakallı, yeşil cübbeli fanatik bir Müslüman pekâlâ Hıristiyanlıktan dönmüş olan bir Anglosakson olabileceği gibi, ender de olsa, siyah takkeli, siyah cübbeli, lüle favorili inançlı bir Yahudi de Müslümanlıktan dönmüş bir Türk olabiliyor (örnek Tuncay Güney).
Oysa ırk unsuru mühimdir. Bir insanın hangi ırktan geldiği bir bakışta anlaşılabilseydi pek çok sorunun üstesinden kolaylıkla gelinebilir, karma evliliklerin bile önü alınırdı. Tarihte böyle dönemler olmuştur. Son örneği İkinci Dünya Savaşı öncesinin Almanya’sında görülmüştü. Yahudiler giysilerinin üzerine diktikleri birer sarı yıldızla diğer Alman vatandaşlarından soyutlandırılmış, böylelikle Yahudi soyu arî ırka karışarak yok olma tehlikesinden kurtulmuştu… Gerçi hepimizin bildiği gibi, durumun farkına varan Naziler Yahudi ırkını tamamen yok etmek için başka yöntemler kullanmaktan sakınmamışlardı.
Bu kötü anıların unutulması mümkün değil elbette, bu konuda ironi yapmamalıyız. Mizah için dilerseniz tekrar günümüze ve coğrafyamıza dönelim. Bugün Yahudi ırkının önündeki en büyük tehlikenin asimilasyon olduğu bu işten iyi anlayan büyüklerimiz ve bilenlerimiz tarafından vurgulanıp duruluyor. Oysa çocuklarımız küçük yaşlardan itibaren entegre edilseler, başka ırklardan çocukları tanımasalar, hep bir arada aynı sitelerde büyüseler, aynı okullara, sosyal derneklere gitseler asimilasyonun önü alınır, karma evlilikler son bulur. Ama çağımızda insanları gettolarda yaşamaya zorlamak mümkün değil. Geriye tek çare olarak ayrıştırıcı sembollerin kullanılması kalıyor. Etnik grupları belirleyen bir takım simgelerin kalıcı dövme (tattoo) yaptırılması özendirilirse karışıklığın önü alınabilir gibi geliyor. Örneğin Yahudiler için zaten hazırda olan altı köşeli yıldız biçilmiş kaftandır. Diyelim ki çocuğun babası Hıristiyan, anası Yahudi’dir, o zaman altı köşeli yıldızın içine minik bir haç iliştirilir. Hatta bu bağlamda renkler de önem kazanır. Anne Aşkenaz Yahudi’si ise yıldız turuncu, Sefarad ise mavi olur. Baba Katolik’se haç kırmızı, Protestan fakat Çinli bir Hıristiyan’sa haç mor ve sarı puantiyeli olabilir. Böylece Yahudi çocukları için etkinlik düzenleyen derneklerin kapısında çocukların soyları bir bakışta anlaşılır, Yahudi olmayanlar içeri alınmaz.
Bu yöntemin bir başka avantajıysa, topluluk şeklinde hareket edilmesini sağlamasıdır. Belirlenecek olan bir başkan ya da temsilcinin – Hahambaşı ya da herhangi bir önder olabilir - vereceği kararlar doğrultusunda topluca hareket edilince belli bir siyasi güç kazanılacağı aşikârdır. Hatta kararlara aykırı hareket eden Yahudilerin yıldızlarının silinerek cezalandırılmaları ve dışlanmaları da caydırıcı bir etki yaratabilir. Bu yöntem sayesinde eminim karma evliliklerin sayısı hızla azalacağı gibi, referandum ve seçim gibi toplumsal meselelerde nasıl hareket etmemiz gerektiğine büyüklerimiz karar vereceklerinden, bizim bu konulara boş yere kafa yormamız gerekmeyecek, beyaz ırk mensubu kimi yazarlar da yok yere bizi azarlamayacak.
Size fareli köyün kavalcısını da anlatacaktım ama ne yazık ki yerim kalmadı, bir dahaki sefere…