Şairler biraz da büyücüdürler sanki. Yaşadığımız, hissettiğimiz; ama bir türlü adını koyamadığız ne varsa alır en güzel renge boyar, içimizdeki en derin acıyı ortaya çıkarırlar. En tatlı merhemi yaramıza onlar sürer ya da en olmadık zamanda okuduğumuz bir dize, bir beyit ya da bentle bizi can evimizden vururlar. Eskilerin mısra-ı berceste ve beyt’ül gazel dedikleri ifadeler, yüzyıllar geçse de özlü söz gibi zihinlerde yerleşip hiçbir yere kaybolmaz. Bu ifadeler, edebiyata en uzak olan kişilerin bile ezberden okuyabileceği, içimize işlemiş, bizim yerimize başkalarının bizim hayatımızı birkaç sözcükle özetlediği, ruhumuzu okşayan, canımızı acıtan, bize ümit veren ya da bizi yerin dibine sokan cümlelerdir.
Sözün gücü, bir büyücünün kaleminde daha yumuşak, daha sert, daha tatlı, daha acı; ama hiç şüphe yok ki daha kalıcı bir hal almıştır:
“Yaş otuz beş, yolun yarısı eder” diyen Cahit Sıtkı’nın diğer şiirlerinden habersiz bile olsanız bu dize yeter onu sevmeniz için. Yetmiş yaşın çok şükür ki genç sayıldığı günümüzde bile yaşamın kısalığı ve geçiciliği konusunda çok laf etmemize engel olan, otuzlu yaşların ortasına gelen herkesi bu konuda bir saniye içinde düşündürüveren başka bir dize var mıdır, bilmem.
Attila İlhan’ın “Ben sana mecburum bilemezsin” deyişindeki mahkûmiyet, mecburiyet, kabulleniş, yalvarış, dirençsizlik ve yenilgi insanın içini titretir. Tüm yalvarış ve yakarışların içinde en sade, en temiz, en sahici olanı budur sanki.
Hiç kimse “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” diyen Nazım’dan daha iyi anlatamazdı birlik ve beraberliğin güzelliğiyle kişisel özgürlüğün ferahlığını.
Ya eskiler?
Yüzyıllar önce söyledikleri dizelerin ya da beyitlerin hâlâ dilimize dolandığı, sultanlara şiir yazmış şairler?
Hiç şüphe yok ki 16. yüzyılın en büyük gazel şairidir Fuzuli. Yazdığı her dizede hiçbir zaman eskimeyecek duygular saklıdır:
“Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabîb
Kılma derman kim helakim zehr-i dermanındadır”
(Ey tabip! Aşk derdiyle başım hoş benim; sen yaramdan elini çek . Bana derman hazırlama çünkü senin merhemlerin benim ölümüm sayılır.)
Beyitteki tezat, aynı zamanda aşkın ruhlarda yarattığı tezat kadar gelgitli ve vazgeçilmezdir.
Şairin kaleminin ucundaki büyüdür bizi kendine çeken, merakımızı celbeden ve bir sonraki satıra veya dizeye geçmemiz için bizi teşvik eden...
Şairlerin başkaları kadar düşünüp hisseden; ama başkaları gibi olmadıkları için okunduklarını düşünüyorum.
Bizim için, bizim yerimize, bize ait olanı bulup çıkaran, bizim kadar hissedip bizim gibi anlatmayan, ifadelerindeki uzak yakınlık, yakın uzaklıkta kendimizi bulduğumuz için yüzlerini görmesek de onlardan kopamadığımız büyücülerdir onlar.
Bizler için neler hazırladıklarını bilememek, beklemek ve merak etmek de ayrı bir acı, heyecan ve zevk verir bize.
Bugünün şairleri, tanıdık ifadeleri, bilinen yüzleri, bilinmeyen yönleriyle, çağın modern büyücüleri... Dünün şairleriyse kadife kutulara saklanmış, ham ipeklere sarılmış usta büyücüler. Hepsinin ruhumuza dokunan değnekleri başka yaraları iyileştiriyor gönlümüzde ya da kim bilir yeni yaralar açıyor belki de...
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun dil bilmek konusundaki ısrarlı dokunuşları büyük ihtimalle bugünün gençliğini de düşündürecektir. İfadedeki tekrar, onu dizeden, beyitten çıkarıp bent olarak oturtmuştur zihinlere:
“En azından üç dil bileceksin / En azından üç dilde / Canımın içi demesini / Canım ağzıma geldi demesini / Kırmızı gülün alı var demesini / Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini / Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi / Rezilliğin dik alası demesini / Ne demesi be / Gümbür gümbür gümbürdemesini becereceksin”
Büyücülerin en çok içimizi titretmeyi başarmışlarından biridir Ahmet Arif:
Yalnızlığı onun kadar güzel ifade eden yok gibidir, sevgilinin yokluğunu cehennem sözcüğüne eş anlamlı kılabilecek kaç büyücü tanıyorsunuz?
Yokluğun, cehennemin öbür adıdır / Üşüyorum, kapama gözlerini...