Aslında bunun üzerinde oturup hiç düşünmemiştim. Ta ki ‘farklılıkların zenginliği’ söylemi, o kadar çok tekrarlandı ki, artık kafama takılmaya başlayana kadar. Hayatımda kimsenin dini ya da etnik kimliğini merak etmedim, sormadım da. Hatta on yıllardır çalıştığım yakın arkadaşlarımdan birinin Alevi olduğunu bile yeni öğrendim. Ama ‘farklılıkların zenginliği’ çıktı çıkalı toplum olarak karşımızdakinin dinini, kökenini merak eder ya da gösterir olduk. Bunu bir demokratlık ölçüsü sayıyoruz. Ya da bana öyle geliyor. Halbuki bence doğrusu ‘farklılıkları’ değil, ‘ortak yönleri’ vurgulayarak toplumu bir arada tutmak. Bize zaten şüpheyle bakan 400 milyon nüfuslu Avrupa Birliği’ne ‘farklılıklarımızı’ öne çıkararak mı girmeyi amaçlamak daha akılca, yoksa “Bizim de sizden farkımız” yok diyerek, ‘ortak yönlerimizi’ göstererek mi? Bence ikincisi…
İşte bu ‘farklılıkların zenginliği’ beni düşünmeye sevk etti. Daha önce hiç düşünmediğim kimseleri. ‘Bizden farklı’ kimseleri…
İlkokuldayım. Beşinci sınıfta harıl harıl ortaokul giriş sınavlarına hazırlanıyorum. Amacım Robert’i kazanmak. “Sadece dershane ile olmaz bu iş” dediler. Annem benden hırslı. “Ne yapalım?” dedik. “Vito Bey ya da Paskal Bey’den özel ders şart.” Paskal Bey’i aradık, Karşı’daydı (Anadolu yakası) sanırım. Yer falan yok. Vito Bey’e (Meşulam) güç bela, torpille kabul edildik. Gittik. İşe yaradı. Kazandım. Robert’i bir soruyla kaçırdım, ama Nişantaşı Anadolu’ya ilk sıradan girdim. Sonra kızkardeşim de Vito Bey’e gitti. O’nu da İstanbul Erkek Lisesi’ni kazandırdı.
Neyse Nişantaşı Anadolu’dayım artık. Ama Robert’e girememek içimizde yara… Hazırlıktayım, haftada 35 saat İngilizce dersi görüyorum. Ancak diyorlar ki “Robert Kolej’e aradan girmek istiyorsanız yeterli değil.” Annem gene devrede: “Ne yapalım peki?”
“Rubina Hanım var. Çocuk ondan İngilizce özel ders alsın.”
Aldım. Tabii bu arada evde kızılca kıyamet kopuyor. Babam ne bu ders paraları diyor. Annem ‘şart’ diye diretiyor, ben de yaz tatillerimi heba edip habire ders çalışıyorum. Rubina Hanım’dan üç yaz boyu ders aldım. Sonuçta her defasında da Robert’e giremedim. Herhalde ben yeteneksizdim. Ama yine de İngilizcemin çok iyi seviyelere geldiğini hissediyordum. Lise sonda, Sabah Gazetesi Dış Haberler Servisi’nde işe başladığımda da bunu gördüm. Bugün bile “İngilizce biliyorum” diye işe giren, hatta meslekte yükselen birçoklarının ‘dil açısından yetersiz’ olduğuna şahit olmuşumdur.
Sınıf arkadaşlarımdan Lemi Çiton, Cem Albukrek ve Metin Boz’u yazmasam olmaz. Ben onların başka dinden olduklarını, ortaokula geçtiğimizde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerine girmediklerinde anladım. Ama bizden farklılıklarını hiç görmedim, hissetmedim de. Zaten Metin, Metin Akpınar kıvamında bir kişilikti. Ben bu kadar eğlenceli birini hayatım boyunca tanımadım. Metin olmasa dersler hiç çekilmezdi. Lemi ise ciddi bir çocuktu. Babasının sesi öyle davudi ve aksanlıydı ki, telefonda bile saygıdan önümü iliklerdim. Ama Lemi’de ne aksan, ne de başka bir kültürden eser yoktu. Bizden biri işte… Cem desen, başka fırlama… Cem’le lise yıllarında Amerika’ya gitme kararı aldık. Hep bunun üzerine oturup kafa yorduk. Sonuçta o gitti. Ben kaldım. Cem’in İngilizcesi, Metin’in Fransızca’sı herkesi kıskandıracak ölçüde doğuştan iyiydi. Bu özelliklerini hep örnek aldım. Fransızcamı da bu dürtüyle geliştirdim.
Sonra lise geldi çattı. Bu kez de fizikte zorlandım. Özel ders hocamın adı Rozet’ti. Teşvikiye’de mütevazı bir evde, oğlu Mark’ın yaramazlıkları arasında RozetHanım’la ders çalıştık. Fizikten de öyle geçtim. Üniversitede bir süre derslerine girdiğim bana ilham veren gerçek entelektüel Jak Deleon’u da saygıyla anarım. Ve tabiî ki hayatımızda önemli bir yeri olan Bensiyon Pinto’ya buradan sevgilerimi iletmem gerek. Ve oğlumu emanet ettiğim okulun sahibi Riket Hanım’ı dasaymasam olmaz. …
Ve biz çocukken babam eve gelmediği günlerde, sabahları file içinde erzak ve bir miktar para ile kapımızda beliren dedemin arkadaşı esnaf Hampar Amca’yı (Babam Hampik derdi, çok hoşuma giderdi) ve de evliliğimin ilk yıllarında mahallede bana göz kulak olmakla kendini görevli bilen (Babam söylemiş “Bizim çocuk sizin orada oturuyor” diye) AlbertBey’i(Gülbenkoğlu)…
Saymakla bitmeyecek galiba…
Şimdi ‘fark ediyorum’ ki, beni ben yapanlar aslında benden değilmiş, ‘farklıymış…’ O yüzden, ‘farklılıkların zenginliği’ diyenlerin bir kez daha düşünmesi gerektiğini söylüyorum. Birleştirici olalım derken ayrımcılık tohumları ekilmesin.
Güney ÖZTÜRK kimdir?
Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü mezunu Güney Öztürk, gazeteciliğe 1993’te Sabah Gazetesi Dış Haberler Servisi’nde başladı. 1999’da Sabah Dış Haberler Müdürlüğü’ne getirilen Öztürk, 2002’de “Bağımsız gazetecilik” sloganıyla kurulan Vatan Gazetesi’ne geçti, burada da aynı görevi yürüttü. 2004’te Vatan’ın Ekler Yayın Yönetmenliği’ni üstlenen Öztürk, Kırmızı, Vatan 34, Vatan İki gibi günlük eklerin de yönetmenliğini yaptı. Öztürk 2005’ten bu yana Vatan’ın Yazıişleri Müdürü olarak görevini sürdürüyor. Evli ve bir çocuk babası.