İki hafta önce gerçekleşen Türkiye Musevileri Hahambaşısı seçimleri büyük bir olgunluk ve katılım ile gerçekleşti. Rav İsak Haleva oyların % 92’sini alarak uyum içinde bir görünüm sergileyen Yahudi dinine mensup Türk vatandaşlarının sevgi ve saygısına sahip olduğunu yeniden gözler önüne serdi.
Son hahambaşılık seçimleri oldukça tartışıldı, bana Rav İsak Haleva’yı tebrik etmek ve daha nice yıllar dini konularda bizlere yol gösterici olmasını dilemekten öte bir işlev kalmıyor. Diğer aday Rav İlhan Eli Levi’yi de medeni cesaretinden dolayı kutluyorum.
Ancak aradan iki hafta geçmesine karşın konuya ilişkin bazı görüşlerimi kısaca özetlemek istedim.
Bu seçimlerin olumlu olarak nitelendirebileceğim pek çok yönü oldu:
- Seçmen sayısı yedi yıl önce 3.000 iken 4.500’e çıktı. İkinci bir adayın ortaya çıkması ve oy kullanılması yönünde sarf edilen yoğun çaba katılımın yüksek olmasını sağladı.
- İkinci adayın aldığı oy sayısının oldukça düşük olmasına rağmen ‘tek aday ile’ seçime gidilmemiş olması demokrasi yönünden olumlu olmuştur.
- Seçimlerin iki dereceli yerine ‘doğrudan’ gerçekleşmesi de demokrasi adına bir artı oluşturdu. Seçmen yedi yıl önce olduğu gibi hahambaşı seçimlerinde oy kullanacak delegeleri belirlemedi, tercihi yönünde doğrudan oy kullandı.
- Seçimin en doğru demokratik yöntem olduğu kanıtlandı ve seçimlerden çekinmenin gereksiz bir endişeden kaynaklandığı ortaya çıktı.
Kapalı bir mail grubunda şöyle yazmıştım; “gerçekleşmesi imkânsız görünse de Rav Haleva’nın seçimi kazanamaması durumunda onun seçtiği müşavirlerin ve bir ay önce göreve başlayan cemaat başkanının istifa etmesi gerekecektir. Eski başkanın görevi, hahambaşılık seçimlerinden sonra devretmesi yerinde olurdu.”
Seçim sonrasında bana, “gördün mü korktuğun başımıza gelmedi” diyenler çıktı. Gerçekte benim sonuçla ilgili en ufak bir tereddüdüm yoktu ve tanınmamış bir adayın oyların yüzde onundan fazlasını alabileceğini öngörmüyordum. Zamanlama hatasının da hahambaşılık seçimi için gerekli onayın gecikmesinden kaynaklandığını biliyorum.
Nitekim Milliyet Gazetesi’ne verdiği demeçte Türkiye Musevi Cemaati Eski Başkanı Silvyo Ovadya, bugüne kadar ‘Musevi Cemaati Hahambaşılığı’ olarak geçen sıfatın ‘Türkiye Musevi Cemaati Hahambaşılığı’ olması için İçişleri Bakanlığı’ndan talepte bulunduklarını, bu nedenle birkaç aylık gecikmeyle seçime gittiklerini söyledi.
Ancak yine de ikinci dönem için göreve gelmesinden sonra hahambaşı tarafından seçilmesi gereken müşavirlerin, seçim öncesinde belirlendiği ve bu belirlemenin hahambaşıdan bağımsız olarak gerçekleştirildiği gibi bir izlenim ve açıklanması karmaşık bir durum ortaya çıkmıştır. İşte benim itirazım da bu noktadaydı.
Yoksa tüzel kişiliği bulunmayan ve günlük lisanda ‘cemaat’ olarak nitelendirilmesine karşın Lozan Anlaşması’na göre ‘ azınlık’ olarak kabul edilen Yahudi dinine mensup Türk vatandaşlarının hahambaşısının dini konular dışında kalan görevlerin yerine getirilmesinde kendisine yardımcı olacak müşavirler seçmesi ve bunların seçiminde belli kimselerden görüş almasından daha doğal bir şey olamaz.
Ben açıkçası ‘cemaat’ kavramını sevmiyorum. Cemaat, bir amaç için bir araya gelen insan topluluğuna denmektedir. Geniş anlamı ile bir fikir ve inanç etrafında toplanan gruba verilen isimdir. Ben bu kavramı sevmiyorum çünkü Hıristiyan ve Musevi cemaatleri gibi tanımlamalar uygulamada kullanılmakta ise de bu tanımlama farklı algılamalara da yol açabilmekte ve ‘eşit vatandaşlık’ yönündeki görüşlere ters düşebilmektedir. Yahudiler ayrı bir cemaat değil Türk toplumunun ayrılmaz halkalarından biri ve sadece dini farklı olan Türk vatandaşlarıdır.
Dini azınlıklara yasal bir statü tanınmadıkça demokratik yöntemlerle cemaat başkanının seçimi mümkün olamayacak ve ‘de facto’ kullanılan cemaat başkanı tanımlaması gerçekte ‘müşavirler başkanı’ anlamını taşıyacaktır. Nitekim yıllar önce kullanılan deyim de bu idi. Biz yine ‘cemaat başkanı’ deyişini kullanmayı sürdüreceğiz.
Son bir nokta… Hahambaşının doğrudan seçim yolu ile halk tarafından seçildiği tek ülke olduğumuzu da belirtmek istiyorum. Avrupa Yahudi toplumlarının dini liderleri, mensubu oldukları dini konseyler tarafından seçildikleri gibi İsrail’de de ne Sefarad, ne de Aşkenaz başhahamı seçmen tarafından göreve getirilmemektedir. Her ne kadar bizler demokratik bir seçimden yana isek de, yaygın uygulama hahambaşının Bet Din (dini konsey) tarafından seçilmesidir.
Önümüzdeki yedi yılın huzur içinde geçmesini dilerken bazı düzenlemeleri gözden geçirmek, tartışmak için