Bu köşenin adını boş yere ‘Yol Boyunca’ koymadım, işim gücüm taban aşındırmak… Bu yazıya da iki haftalık iş yolculuğumun son gününde Şangay’da başladım, muhtemelen uçakta bitiririm.
Çin’in güneydoğusunda en az iki bin kilometre yol kat ettim, şehirler, kasabalar gezdim. Gelişim karşısında şaştım kaldım! Hızla yenilenen, büyüyen, yükselen siteler, sanki geleceğin uzay kentlerini oluşturuyorlar. Gece binalar ışıl ışıl, gerçek bir renk cümbüşü… Bir şehirden diğerine kilometrelerce gidiyorsunuz üç-dört şeritli otoyollarda bırakın çukuru, rampa yok, üstelik bütün yollar çiçeklendirilmiş. Oysa Çin tezatlar ülkesi, yollar süper ama sürücüler felaket! ‘Bu kadarı da olamaz!’ dedirtecek kadar tehlikeli araç sürüyorlar. EXPO-2010 açılışında gerçekleştirilen havai fişek gösterisini videoya çekmek için otoyolun tam ortasında arabalarını durdurmakta beis görmüyorlar. Şangay’ın merkezindeki galeriden Porche otomobilini satın alıp çıkan Çinlinin 20 metre gittikten sonra yaptığı kaza şimdiden şehir efsanesi olmuş bile… Buna rağmen trafik kazası oranı Türkiye’dekinin altında kalıyormuş. Çin’de yaşayan bir dostum söyledi, sürücüler birbirlerinin ne mal olduklarını bildiklerinden, herkes her an tetikteymiş…
Porche’un yanı sıra Masserati, Lamborghini, Ferrari, Bentley gibi markaların galerilerde boy gösterdiklerini belirtmeliyim. Zenginlik almış yürümüş… Küçük kentlerin AVM’lerinde bile dünyanın en saygın ve pahalı markalarını bulmanız mümkün. Ekonomistler ne derler bilmem ama Çin’deki ucuz iş gücünün uzun yıllar boyunca tükenmeyeceğini öne sürenlere kötü bir haberim var: Gelişen bölgelerde işçi bulmak zorlaşıyor! Küresel krizin duraklamasıyla birlikte, üretimlerini artıran fabrikalar vasıfsız genç eleman bulmakta zorlanıyorlarmış… Başta şüpheyle yaklaştığım bu iddia, çeşitli kentlerde tekrarlanınca nedenini soruşturdum. 1979’da resmen başlatılan nüfus kontrol önlemleri, çocukların ailelerdeki kıymetlerini artırmış. Dolayısıyla eskiye göre daha iyi koşullarda yetiştiriliyor, ailelerinden pek ayrılmıyorlarmış. Olan tabii ki organize sanayi bölgelerinde fabrika kurmuş işadamlarına oluyor, ucuz işgücü bulmakta zorlanıyorlar.
Siyasal hak ihlallerini bir tarafa bırakırsak, sosyal açıdan insan hayatına saygıda pek çok batı ülkesinden ileri oldukları kolaylıkla gözleniyor. Kaldırımsız cadde ve sokak neredeyse yok gibi. Bazı kentlerde bisikletli ve yayaların kırmızıda beklerken yağmurdan ıslanmamaları ya da güneşten etkilenmemeleri için geçit başlarına tenteler konmuş. Sakatların önüne engel çıkmamasına özel özen gösterilmiş…
Çakma tabir edilen taklit mallarda hâlâ bir numaradalar ama hızla düzeldikleri de bir gerçek. Guangzhou şehrindeki Çin malları fuarını gezdikten sonra, yakın bir gelecekte ‘Made in China’ ibaresinin itici etkisini yitireceğine inanmaya başladım, tıpkı geçmişte Kore veya Tayvan mallarında olduğu gibi…
Yeri gelmişken, fuar gezintimden minik bir anıyı aktarayım: Gün boyu, yaşlı bir adamla yer yer karşılaştığımızı fark ettim. Aksakalı ve beyaz lüleleri, siyah kipasıyla tipik bir Ortodoks’tu. Dört ya da beşinci karşılaşmadan sonra selamlaşmaya başladık. Anlaşılan benzer ürünlere ilgi duyuyorduk. Akşam, yorgunluktan bitkin bir halde otele giden otobüse bindiğimde, amacım yarım saat boyunca biraz kestirebilmekti. Bu nedenle arka sıradaki koltuklardan birine oturur oturmaz gözlerimi yumdum. Daha otobüs hareket etmemişti ki, yanıma oturan kişi hafifçe beni dürttü: ‘Nasılsınız Bay Rozental?’ Gün boyu karşılaştığım yaşlı Yahudi boynumda taşıdığım yaftadan adımı okumuş, nereli olduğumu anlamaya çalışıyordu.
Türkiye’den mi? Orası Müslüman bir ülke değil mi?
Yok, seküler…
Şaka mı yapıyorsunuz! Peki demokrasi?
Var tabii, hükümetler seçimle işbaşına geliyor. Hatta geçen hafta Hahambaşımızı seçmek için oy kullandık…
Seküler ülkede hahamdan bir cemaat başkanı ha?
Yok, laik bir başkanımız da var ama dini liderimizi yedi yılda bir seçimle belirliyoruz...
Yani hem dini hem de siyasi iki ayrı lideriniz var…
Öyle de denebilir…
Cemaat başkanınız nasıl seçiliyor?
Bilmiyorum, Hahambaşımızın müşavirleri tayin ediyor galiba…
Bu sözlerim üzerine New Yorklu yaşlı bilgenin yüzünde ekşi bir gülümseme belirdi, otele varana dek bir daha ağzını açmadı. Otobüsten inerken gözlerini bana dikti ve, ‘Bay Rozental, hiç şüphe yok ki iyi bir işadamısın ama sana tavsiyem mizah yapmaya yeltenme, başaramıyorsun!’ dedi…