Günümüzdeki bazı liderleri gözlemliyorum. Sadece siyaset değil, spor ve iş dünyası dahil. Kitlelerin desteğini koşulsuz arkasına almış, söylemleri epey sert olan, otoriter liderleri. Konuşmaları öfkeli, çoğunlukla bağırır gibi. Hitap şekilleri azarlar gibi. Düşünceleri basite indirgeyip ilkel kalıplara dökerek basın toplantılarında ve meydanlarda dile getiriyorlar.
Görev insanı oldukları muhakkak. Kendilerine verilmiş yetkiyi sonuna kadar (yetkiyi verenlere rağmen) kullanmakta tereddütsüzler. Bu tür liderler bilinçli zümrelerce değil orta duyarlılıkta çoğunluklar tarafından benimsenerek pozisyona geliyorlar genelde. Güçlünün hâkimiyeti bütün mekanizmaların lehte işlemesine yarıyor. Liderin ağzından çıkan sorgulanmıyor. Zaten bu tür güçlü bir lider çoğunluğun vizesi ile göreve geldiği için demokratik karar alma sürecini “sorumsuzluk ve güçsüzlük” olarak nitelendirip, muhalifleri ikna etmeye çalışmak yerine ‘iş görmeye’ yöneliyor. Herkes memnun…
Bu tür liderleri destekleyen çok basit teknikler var. Çoğu 2. Dünya Savaşı’nda Nasyonal Sosyalist Parti’nin propaganda müdürlüğünü yapan Goebbles tarafından geliştirilmiş olan bu teknikler hâlâ günümüzde kullanılıyor. Örneğin konuşmalarda amaç ‘bir şey söylemek’ değil, belli bir etki sağlamak. Daha da önemlisi yaşamın karmaşık sürecini en yalın terimlerle sunup bunları sade adamın kafasına sokmak, bireyin çevresini etkilemesini sağlamak… Ve tabii ki muhteşem atmosfere rağmen olumsuz bir durum açıklanacaksa bu kez olayları ters yönden ve büsbütün değiştirilmiş olarak vermek… Rakipleri gözden düşürmek için en önemsiz verileri ve olayları amansızca sömürmek… Örneğin Aziz Yıldırım’ın, iki kupaya da veda ettikten sonra yaptığı basın açıklamasında çıkıp BJK kalecisi Rüştü’nün yediği golü gündem yapması gibi. Rüştü adlı kaleci, aynı beceriksiz golü Hırvatistan-Türkiye çeyrek final maçında da yemişti. Ancak Yıldırım basın toplantısı yaparak o gol yüzünden yorumlarda bulunmamıştı. Bütün bir ligin faturasını kendi kontrolünde olmayan bir faktöre bağlamak, Rüştü’nün diğer kalecileri motive etmesini ve Bursa maçında yediği golü gündeme taşımak bana kalırsa hedef göstermekten başka bir şey değildir.
Bu konu beni neden ilgilendiriyor? Ne de olsa her topluluk kendi müstahak olduğunu yaşayacaktır. Buna hayıflanmanın anlamı yok... Ancak yine de, geçenlerde herkes tarafından büyük memnunlukla karşılanan bir gelişme beni durup biraz düşündürdü. Başbakanlık, geçtiğimiz hafta gayrimüslim azınlıklarla ilgili bir genelge yayınladı. Resmi Gazete’de yer alan genelgede, ‘Azınlıkların vatandaş olduğu’ vurgulandı… Bu vatandaşlara devlet önündeki iş ve işlemlerinde güçlük çıkarılmaması, haklarına halel getirilmemesi için bir bildiri yayınlandı. Herkes memnun. Ben şaşkınım. Demek ki bunun aksi bir uygulama hem taraflarca hem de yetkililerce idrak edilmiş. Demek ki azınlıklara güçlük çıkarılmasına haklı bir taban mevcutmuş, şimdi de tekrar eşit muameleye tutulmaları isteniyor.
Gündem değiştirmek adına birilerini öne sürmek, sonra bundan pay almak güzel bir strateji olabilir. Ancak bu stratejide harcanan bazen bir kişi, bazen bir toplum, bazen de insanlıktır…