Türkiye’nin İç Politikası Bağlamında Azınlık Olmak

Denis OJALVO Köşe Yazısı
26 Mayıs 2010 Çarşamba

15 Mayıs 2010 günü Bilgi Üniversitesi’nin Santral Kampusu’nda, başkanlığını Uğur Bakıcı’nın yaptığı Bilgi Diplomasi Kulübü’nün düzenlediği ve Türkiye’nin iç politikası bağlamında azınlık olmak konusuna odaklanan bir panele katıldım.

Organizasyona katılan, Burak Yalım’ın başkanlığını yaptığı Türkiye Uluslararası İlişkiler Çalışmaları Platformu üyesi öğrencilerin pırıl pırıl, ümit vaat eden ve bilgilenmeye susamış gençler olduğunu memnuniyetle gözlemledim.

Panel arkadaşlarım Alevi-Bektaşi Eğitim ve Kültür Vakfı Onursal Başkanı Sn. Lütfi Kaleli, Sulukule Platformu’ndan Sn. Hacer Foggo ve Agos Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Sn. Aris Nalcı idiler. Bu arkadaşlarım hem toplumlarını tanıttılar hem de yaşadıkları sorunları örnekleyerek dinleyicilerle paylaştılar.

Hazırladığım metinden biraz saparak yaptığım konuşmada Türkiye’de Yahudi olmak konusunu işlemeye çalıştım. Aşağıda, zaman darlığından tamamını nakledemediğim metnin bir kısmını bulacaksınız.

Arka Plan: Türk Yahudi’si kimdir?

Anadolu’daki Yahudi varlığının, Kudüs’ün Babilliler tarafından yıkılıp halkının sürgün edildiği M.Ö. 587 yıllarına dek uzandığı kayıtlara geçti. Bununla beraber, Yahudilerin Anadolu’daki varlıklarının en meşhur tanığı, Hıristiyanlığın kurucu babalarından olan Aziz Paulus’tur (ölümü M.S. 64 veya 67). Bu kişi, yaşadığı devirde, Tarsuslu Shaul olarak bilinen bir Yahudi’ydi. Bu da daha o devirde Tarsus’da bir Yahudi topluluğunun yaşadığına işaret etmekte. Yani, Türkiye’deki Yahudi varlığının asgari 2000 yıllık bir tarihi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Türklerin Anadolu’ya 1071’de Alparslan ile girişleri esnasında, Hazar bölgesindeki bazı Yahudilerin de onunla beraber bu topraklara intikal ettiklerini var saymak mümkündür.

Şöyle ki, (Burada Dil Bilimci Sevan Nişanyan’ın TARAF gazetesinde 6 Nisan 2009 tarihli Kelimebaz köşesindeki KOHEN başlıklı yazısından hem eğlenceli hem de ilginç bir alıntı yapayım): Selçuk hanedanının kurucularına, Müslüman olmadan ÖNCEKİ isimleri İsrail, Mikail, Musa, Yusuf. Hepsi de Yahudi adı. Mikail Malazgirt fatihi Alparslan’ın dedesi, İsrail de ayıptır söylemesi, büyük amcası!

Orhan Gazi 1326’da Bursa’yı Bizans’ın elinden aldığı zaman orada mevcut Rumca konuşan bir Yahudi topluluğuyla karşılaştı ve himayesi altına aldı. Keza Fatih 1453’te İstanbul’u aldığında oradaki Yahudilere örgütlenme ve ibadet özgürlüğü tanıdı. Ama günümüz Türkiye Yahudileri, 1492 yılından itibaren ülkeye gelen İspanya/Portekiz kökenli Yahudilerin yerel Yahudileri kültürel açıdan özümsemesiyle ortaya çıkan karışık bir topluluktur. Bunlara 19. asır zarfında katılan Doğu/Orta Avrupa ve Rus kökenli Yahudileri de ilave etmek gerekir.

Araplar, Hıristiyanlarla meskûn, zengin ve mümbit Suriye coğrafyasını Bizans’tan ele geçirdiklerinde, ahaliye ödeyecekleri haraç/cizye karşılığında dinlerini muhafaza etme imkânını tanıdılar. Fakir olanlar ödeyemedikleri için İslamlaştılar, zenginler ise devletin bütçesine katkıda bulundukları için ZİMMET (para karşılığı sağlanan koruma) altına alındılar. Aynı coğrafyada yaşayan Yahudiler de böylece ZIMMî statüsünü edindiler. Osmanlı’da bu zimmet müessesesi 1839 Gülhane Hatt-ı-Hümayunu’na kadar devam edecek, 1856 Tanzimat Fermanı ve 1876 Kanunu Esasisi tüm Osmanlı tebaası arasındaki eşitliği vurgulayacaktı.

Bu uzunca giriş, genelde Gayrimüslimlerin, özeldeyse Yahudilerin yakın tarihe kadar Müslüman unsura nazaran düşük statüde olduğunu belirtebilmek için yapıldı.

Osmanlı ülkesinin Batı’nın zorlamasıyla Meşrutiyet yani din dışı hukukun herkese eşit uygulanması gereken döneme geçmesi, imparatorluk tebaası milletlerin bütünden ayrılma eylemleriyle aynı zamanda gerçekleştiği için, memleketteki gayrimüslimlere olan kızgınlık açık bir düşmanlığa dönüştü.

Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden süreçte katliamlar, tehcirler ve nihayet mübadeleler yaşandı. Herkesin nasıl meydana geldiğini bilmesi gereken bu eylemlerden nasibini alan ilk topluluk Rumeli/Balkan Türkleri oldu. Akabinde yaşanan Ermeni kıtali ve Anadolu’daki Rum ahalinin Makedonya havalisindeki Türklerle değiş-tokuşu süreci tamamladı. Yaşanan toprak kavgalarına taraf olmayan Yahudi unsurunun olan bitenden etkilenmemesi mümkün değildi. Nitekim 1912 Kasım’ında Selanik düştüğünde, orada yaşayan Osmanlı Yahudiliğinin en eğitimli ve varlıklı kesimi İstanbul, İzmir, Edirne ve Bursa gibi şehirlerde yaşayan kardeşlerinden kopmak zorunda kaldılar. Oradan kaçabilenler gelip özellikle İstanbul’a ve İzmir’e yerleştiler.

1912-1913 Balkan harpleri neticesinde Selanik’in ve Rumeli’nin kaybı, tüm unsurlarının eşit bireyler olacağı ‘Osmanlılık’ mevhumunu o kimlikle birlikte tarihe gömerken, Birinci Dünya Savaşı da Arap unsurun ayrılıkçı hareketleri neticesinde imparatorluğun dağılmasıyla Pan-İslamist yaklaşımları bitiriyor, Türk milliyetçiliğinin hakim olacağı yeni ulus-devlet, Türkiye’sinin temellerini atıyordu. Cumhuriyetin kağıt üstünde getirdiği sivil eşitlik ilkelerine rağmen bu projede, özellikle, düşmanla işbirliği yapmış olan milli/dinsel azınlıklara yer yoktu. Bu fasıldan, işgalci güçlerle işbirliği yapmamış olan Yahudi unsuru da Rum ve Ermenilerle birlikte siyasi ve ekonomik hayattan soyutlanacaktı. Bu siyasetin en yoğun uygulandığı dönem 2. Dünya Savaşı’nın başlangıcından Almanların savaşı kaybedeceklerinin anlaşıldığı 1943 sonbaharı arasındaydı.

1948 senesinde İsrail’in kurulmasıyla, kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan Yahudilerin büyük bir kısmı kendilerine yeni bir hayat kurmak için bu ülkeye gideceklerdi.

Türkiye’deki Yahudi aleyhtarlığı 1960’ların sonuna kadar, Yahudilerin geniş toplum içinde özgün dillerine (Ortaçağ İspanyolcası, Fransızca) yaşlı kadınlarının Batı tarzındaki giyinişlerine ve sözde zenginliklerine duyulan iticilikten kaynaklanmaktaydı. Toplumun genel tüketim alışkanlıklarının ve yaşam tarzının Yahudilerinkiyle fark etmemeye başladığı 1970’lerden itibaren ve siyasal İslam’ın Türk siyasetine girmesiyle, Türkiye’deki Yahudi aleyhtarlığı, Araplarla olan din dayanışmasının perspektifinde, Arap-İsrail çatışmasının bir türevi olma özelliğini kazandı. Bu dönemsel durum halen güçlü bir şekilde güncelliğini korumakta.

Tespitler

T.C. Anayasasının 66. maddesi gereğince, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür”. Fiiliyattaysa, ‘Türk’ olmak için Türkçe konuşan bir Sünni Müslüman olmak gerekiyor.

Anayasa’daki Türk tarifinin gerek bürokrasi gerekse toplumun geneli tarafından içselleştirilememesi sadece Gayrimüslimlerin değil, kendilerini farklı etnik veya mezhepsel grupların mensubu olarak görenlerin de ‘Türk kimliği’ne yabancılaşmasına sebebiyet vermiştir. 

Bununla beraber, T.C. vatandaşı olup Musevi dinine mensup olan Yahudiler, anayasamızdaki “Türk” tarifi ile sorunu olmayan ender toplumsal gruplardan biridir.

Türkiye Yahudileri

Türkiye Yahudileri ‘geniş Türk toplumu’nun bir parçası. Ama aynı zamanda da özgün bir toplumsal grup. Eski deyimle bir cemaat. İzah edildiği gibi, bunların kültürel özgünlüklerini korumak için yapmış oldukları özgür seçim geniş toplumla sürtüşme noktaları yarattı. Bu sürtüşmelere olası bir çözüm, gönüllü kimlik kaybı yani asimilasyon olabilirdi. 2000’li yıllardaki ‘zamanın ruhu’ ise vatandaş kimliğiyle farklılıklar korunarak asgari müştereklerde buluşulmasına, diğer bir deyişle uyuma yani entegrasyona oldukça müsait görünüyor.

Yahudilerin bir özelliği de dünyadaki diğer Yahudi topluluklarıyla temas ve dayanışma içinde olmaları. Buna ilaveten de yaklaşık son 100 yıldır ‘Yahudi Devleti’, son 60 yıldır ise bunun tecellisi olan İsrail faktörü gündemlerinin bir parçası.

Sürtüşme noktaları

Türkiye Yahudileri geniş toplumdan çok önce burjuvalaştı: 1860’lardan 1927’ye kadar Fransızca tedrisat yapan Alliance Okulları ülkedeki Yahudi unsurunun laiklik ve çağdaşlık konusunda geniş toplumdan önce Batılılaşmasını sağladı. Lisanı, dini, eğitimi, refah düzeyi, yaşam tarzı ve zevkleriyle geniş toplumdan farklı bir profil çizen Yahudilerin yabancı düşmanlığına ve Yahudi aleyhtarlığına kaşı savunmasız bir zeminde bulundukları bir olgudur. Bu farklılıklar Türkiye toplumunun burjuvalaşmaya başladığı 1970’lere dek sürdü. Türkiye toplumunda Yahudilerinkiyle benzer bir evrilme süreci yaşayan diğer gayrimüslim (Ermeni ve Rum) azınlıkların varlığı, yabancı düşmanlığı olgusunun günümüze kadar taşınmasına neden olmuştur. Dahası, dışlanmış olan gayrimüslimlerden duyulan kuşku geniş toplum nezdinde çifte sadakat kuşkularına meydan vermiştir.

Mevcut durum

1923-1945 döneminde Yahudilerin toplumdan dışlanmalarından duydukları eziklik, bir korunma mekanizması olarak o neslin yürüttüğü halkla ilişkiler stratejisinde apolitiklik, yani siyaset dışı kalmak olarak ortaya çıkmıştır. 1990’dan itibaren değişen ortamın özgürleşme gayretlerine etkisiyse “Hoşgörü içinde bir arada yaşamak” söylemiyle yansıdı. AB’ye başvuru süreciyle, rahatlayan ortamda Türkiye Yahudilerinde bir söylem değişikliği meydana geldi ve bu “Hoş görülen bir azınlık” olmaktan ‘eşit vatandaş’ olma talebine evrildi.

Yahudi konusunun Türkiye’de rejim kavgalarında istismar edilmesi hususu

Bunun en özgün örneği Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasını Siyonizm ideolojisine bağlamak gayretleridir. Oysa yıkılışa giden yolun 1699 Karlofça, 1774 Küçük Kaynarca, 1878 Berlin ve Ayastefanos anlaşmaları ve nihayet 1912’de Balkan Harbi ve Selanik’in kaybı gibi kilometre taşları var.

Mukaddesatçı sağ kesimde kabul gören diğer bir şehir efsanesi ise Abdülhamit’i deviren İttihat ve Terakki kadrolarının ‘Yahudi dönmesi’ oldukları. Keza, mukaddesatçı sağ kesim, bunların devamı olan, başta Atatürk olmak üzere Cumhuriyet kadrolarını da aynı sıfatlarla itham edip itibarlarını zedeleyerek laik Cumhuriyet rejiminin sorgulanmasını sağlamak ve onunla hesaplaşmak merakında.

Yahudi konusunun Türkiye’de seçim dönemlerinde istismar edilmesi hususu

2000’li yıllardaki seçimlerde iktidar tercihi, istihdam, üretkenlik, sağlık, eğitim, konut, sosyal güvence konuları dururken ‘baş örtüsü’ ve ‘Filistin halkının İsrail’den gördüğü zulüm’ ekseninde yapıldı. Bağlamlarından soyutlanmış Kuran ayetleri ve hadisler kullanılarak Musevi dini mensubu Yahudiler ve Yahudilerin kurduğu İsrail devleti düşman gösterildi. Dahası, Tevrat kaynak gösterilerek, İsrail’in Türk topraklarında gözü olduğu iddia edildi. Günümüzde halen, ‘Filistin sorunu’ kullanılarak geliştirilen ve bir ‘mühendislik eseri’ olan Yahudi’den duyulan korkuyla karışık nefret, işlevselleştirerek oya tahvil edilmektedir.

Yahudi konusunun Türkiye’de dış politikasında istismar edilmesi hususu

Yahudi hükümdarı Hz. Süleyman’ın Milat’tan yaklaşık 1000 yıl önce inşa ettirip, önce Babil (M.Ö. 587) sonra da Romalılar tarafından (M.S. 70) yıkılmış olan mabedin kalıntıları üzerinde inşa edilmiş olan El Aksa Camii’nin avlusundaki arkeolojik kazılar Türk dış politikasının kaldıraçlarından birine dönüştürüldü. 1969’da Avustralyalı bir Hıristiyan’ın El Aksa Camii’ni yakma teşebbüsü Yahudilerin üzerine yıkıldı ve neticede İslam Konferansı Örgütü – İKÖ bu yalan temelinde kuruldu. Arap milliyetçiliği Türk toplumundaki Yahudi aleyhtarı damarı keşfetti ve başarıyla kullanmakta.

Yahudi lobisi, İsrail ile ilişkiler ve Türk Yahudi toplumu

1986-2001 döneminde ABD’deki Yahudi lobisinin Türk dış politikasına olan katkıları (ABD Kongresi’nde zorluk çıkarılan silah alımları, Ermeni Soykırımı tasarısı, Kıbrıs sorunu, Suriye ile yaşanan Apo krizi) Türk Yahudi Toplumuna koruyucu bir zırh sağlamıştı.

2002-2007 AKP’nin ilk iktidar dönemi, kurulmuş olan ilişkiyi sırtındaki süvariyi atmak isteyen huysuz at misali geçti. Bu dönemde Türkiye kamuoyu ‘yandaş medya’ tarafından İsrail aleyhinde koşullandırıldı.

AKP’nin 2007’de başlayan ikinci dönemi, ‘Komşularla sıfır sorun’ (İsrail Hariç) ‘küresel oyuncu’ ve ‘İslam dünyasının ağabeyliği’ siyasetleri Türkiye Yahudilerini gerdi.

2009 başında yaşanan Gazze krizinin neticesinde okullarda düzenlenmek istenip son anda iptal edilen kompozisyon ve resim yarışmaları, okullarda yapılan saygı duruşları, belediyenin ilan panolarına asılan “Sen Musa’nın evladı olamazsın” yazıları, Davos’taki “One Minute” olayı, Ayrılık ve Kurtlar Vadisi dizilerindeki Yahudi/İsrail aleyhtarı temalar Türkiye Yahudilerinin içlerine kapanmasına yol açtı. Bugünlerde ise 15 milletvekilinin katılımıyla ‘Rotamız Filistin, Yükümüz Özgürlük’ sloganıyla yola çıkan Gazze-1 gemisi...

Günümüzde Türkiye’de Yahudi olmak, korkaklık, pislik, pintilik gibi tarihten gelen önyargılarla mücadele etmeye ilaveten, Arap milliyetçiliğine hizmet eden din temelli dayanışmanın neticeleriyle de yüzleşmek anlamına geliyor. Bunlar Yahudi/İsrail konusunun Türkiye’de iç ve dış siyaset malzemesi yapılmasının tarihin kayıtlarına geçecek olan ibret verici örnekleridir. Özetle: İsrail konusu, Türkiye’de 1960’lardan beri yaşanan Yahudi aleyhtarlığının temel bir bileşeni durumunda.

Türkiye Yahudilerinin içinde bulunduğu ruh hali

Nazım Hikmet’in Akrep Gibisin şiiri sanki Türkiye Yahudileri için yazılmış:

Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi / Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin / Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat / Koyun gibisin kardeşim,gocuklu celep kaldırınca sopasını, sürüye katılıverirsin hemen / ...ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani, / ...kabahat senin, demeğe de dilim varmıyor ama, kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!

Başbakan Yrd. Sn. Hüseyin Çelik Nisan ayında Türk Yahudi toplumunun temsilcileriyle buluştu. Konuşmasında ‘Öğrenilmiş Çaresizlik’ konusuna değindi ve bunu, kişilerin kaderlerini değiştirebileceklerine olan inanç eksikliğinden kaynaklanan bir eylemsizlik hali olarak tarif etti. Sn. Çelik’i bu yerinde tespiti için kutluyorum.

Türkiye Yahudileri ne kadar Türk?

Atatürk’ün dediği gibi, Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Türk Dili, Türk ulusunun yüreğidir, beynidir.

Günümüzde Türkiye Yahudi’si Türkçe düşünüyor, Türkçe rüya görüyor, Türkçe küfrediyor, Türkçe sayıyor ve Türkçe gülüyor.

Bu açıdan Türkiye Yahudileri epey ‘Türkler’ ve gocunmadan, seve seve “Ne Mutlu Türk’üm diyene!” diyorlar.