Uykusuzluk çok kötü bir şey. Gecenin geç saatlerinde ise bilgisayara girip, internete bağlanmak ise uykuyu baltalamak için yapılabilecek en kötü hatalardan biri. Geçenlerde bir gece yine internette gezinirken Amerikalı iki dilbilimcinin bir makalesine gözüm takıldı. Üniversite yıllarımda aldığım en sevmediğim seçmeli dersin de dilbilimi (Linguistics) olduğunu da varsayarsak, o sayfaya nasıl ulaştığım benim için bir muamma. İnternet böyle bir olay; dünyada neler oluyor diye girip kendinizi bir alışveriş sitesinde bulabilir veya sosyal paylaşım ağlarından birinde gezinirken kendinizi ilgi alanınız olmayan bir araştırmayı okurken bulabilirsiniz… Biraz merak, biraz uykusuzluk, biraz da bilinçaltımızdaki çok yönlü olma güdüsü sanırım…
***
Dilbilimci profesörler Dr. Valerie Hazan ve Dr. Paul Iverson, yetişkinlerin yabancı diller öğrenmesi üzerine yaptıkları araştırmada, ‘beyni akort ederek’ kişilerin ileriki yaşlarda da yabancı dilleri daha kolay öğrenmesi yolunda bir adım atıyorlar. Dr. Hazan ve Dr. Iverson’a göre çocukluğumuzda öğrendiğimiz ilk dil yani anadilimiz bizim seslere olan algımızı çarpıtıyor; örneğin ‘r’ ve ‘l’ harfleri arasındaki farkı anlayamayan Japon öğrenciler İngilizce öğrenmeye kalktıklarında zorluk çekiyorlar. On hafta süren fonetik çalışmalardan sonra ‘r ve l’nin farkını daha kolay algılayabilen çoğunluk, sonuç olarak biraz daha kolay İngilizce öğrenebiliyorlar. Beyinleri bir nevi akort ediliyor…
Bizim için ‘r’ ve ‘l’ harfleri arasındaki fark oldukça net. Araştırmalarındaki yetişkinler arasında Türk öğrenciler var mıydı bilmiyorum ama bizim de anadilimizden dolayı bazı algılarımızın kapandığını düşünüyorum. Aklıma kısa bir süre önce başladığım İspanyolca kursu geliyor. Aynı öğretmenin öğrettiği İspanyolca kurlarının içinde yıllar sonra hatırlanacak sınıflarından biri olduğumuza eminim. Kur öncesi beynimizi akort ettiremediğimizden dolayı, birimiz dişe değen ‘s’leri, birimiz ‘rrrr’ yerine ‘r’leri, neredeyse hepimiz ‘b’ yerine ‘v’leri karıştırarak üstün sabırla bize aksan yaptırmaya çalışan öğretmenimiz Marc’a “o sesler bizden çıkmaz” diyoruz ama boşuna. Hâlâ bize inancı tam. İspanyolca, sınıftaki çoğu kişinin üçüncü yabancı dili. Yani çoğumuz İngilizcenin yanında bir başka yabancı dil daha konuşmamıza rağmen yine vokal konularda sıfıra dönüp, fonetik algımız çarpık, gramerimiz tam- Türk Eğitim sisteminin baş tacı kusursuz gramer ile- dil öğrenmeye keyifle devam ediyoruz.
***
34 yaşında yeni bir dil öğrenmeye kalkınca, hakikatten anadilimizin, hatta küçük yaşta öğrendiğimiz yabancı dillerin bile algımızı çarpıttığının ne yazık ki doğru olduğunu anlıyorum. Yine de keyifli bir sınıf ve hevesli bir öğretmen ile eğlenceli bir tecrübeye dönüşebiliyor. İleri yaşlarda lisan öğrenimi için beyin akort etme olayı araştırmanın ötesinde uygulamaya dökülebilirse eğer, sadece fonetik açıdan değil, her açıdan akort edilmemiz iyi olur. Örneğin yemek zevkimizi, önyargılarımızı, sevmediğimiz davranışlarımızı, eksiklerimizi, korkularımızı akort edebilip yenilenebilseydik, ne iyi olurdu ileri yaşlarda…