Evin delikanlıları yaz mevsimi boyunca şehirde yaşamayı sürdürdüklerinden beri, kışlık evimizde her an herkese açık bir düzen kuruludur. Yani ev geçmiş yıllarda adaya gittiğimiz dönemlerdeki gibi paketlenmiyor.
Ancak bu yaz, on beş gün gibi bir süre için boyacı Muammer Usta evimizi ziyaret edecek. Bu haber gençlerin hiç de hoşuna gitmedi. Ne olacaktı halleri? Aklıma gelen en güzel öneriyi sundum: “Ada’ya gelin” Aldığım yanıt : “Yok daha neler” oldu. E, haklılar tabii. Olacak iş değil... Her neyse, bir şekilde halledecekler. Bu arada ben de evi yaşanılır ancak boyacılarında işini kolaylaştıracak şekle getirmeyi planlıyorum.
***
Geçen gün sokak kapısını açıp içeri girdiğimde bir anlık bir şaşkınlık yaşadım. Kısa bir süre için, ‘Burası benim evim mi?’ diye duraksadım. Evin içi Kapalıçarşı gibi idi. Daha doğrusu Kapalıçarşı’da bir halıcı dükkânını çağrıştırıyordu.
Ben daha şekil ve planlama üzerine yoğunlaşadurayım, evin yirmibeş yıllık emektarı Altın Abla, stratejik çalışmalara başladı bile. Evin bütün halılarını salonun bir tarafına ters çevirerek topladı. Dikdörtgen salonun bir tarafı silme halı, öbür tarafı da pırıl pırıl bir parke döşemesi görünümündeydi. Alışmakta güçlük çektim. Bilgim dâhilinde olmasa da, boyacılara dönük bu ilk hamle doğrusu başarılıydı. Girişimin ikinci etabı, hava koşulları el verdiği takdirde, halıların silinmesi ile tamamlanacak.
Anlaşılacağı üzere planlamada niyet benim, ama kısmet Altın Ablanın. Doğrusu işini özenle yaptığı için, düzenine karışmak da pek mümkün olmuyor. Şimdi oğlumun odasıyla nasıl başa çıkacak, onu çok merak ediyorum. Doğrudur, zaman içerisinde odaların içi doluyor. Özellikle söz konusu ‘mahdum beyin malikânesi’ yerden tavana yaklaşan kitap yığınları, duvar boyunca sıralanmış CD ve DVD’ler öbek öbek albümler, seyahatlerden alınmış maket ve heykelciklerle dolu. Duvarlar görülmez olmuş. Salonumuz Kapalıçarşı ise bu oda ‘Bedesten’. Hiçbirine el sürmem mümkün değil. Ve ben aylardan beri oğluma, “Burası senin sorumluluğun, bu oda boyanacak” diyorum. Elbet bir yol bulunacak.
***
Geçenlerde Daron Kornbluth’un yazdığı ‘Why Marry Jewish?’ adlı kitabı okudum. Kendini laik veya geleneksel olarak tanımlayan herkese tavsiye ederim. Hani bazı konular vardır aslında içeriğini bilirsiniz, ancak doğru zamanda okuduğunuz için, algılamanız doğru ve çabuk olur. Bu böyle bir kitap.
Etkilendiğim bir-iki örneği paylaşmak istiyorum. Yahudi okulundaki öğretmen öğrencilerine sorar: “İsa’nın annesi kim?” Sınıf tam kadro halinde “Meryem” diye yanıtlar. İkinci soruya geçilir: “Musa’nın annesi kim?” Kimseden ses çıkmaz... İşte kitapta kimlik bilinciyle ilgili bölümden kısa bir alıntı. Bu vesile ile bilmeyenleri merakta bırakmayayım. Musa’nın annesinin adı, Yoheved.
Kitap, bir babanın oğluna yazdığı bir mektupla son buluyor. Yaşamı boyunca dinle hiçbir ilgisi olmamış bir baba, yaşam deneyimlerinin ardından oğluna bir izdivaç arifesinde öz kimliğini hatırlaması yönünde nasihatlerden veriyor. Aslında mektup kitabın bir özeti niteliğinde.
Gerçi bu kitap bir reformist tarafından yazılmadı, ancak az bilenlerin daha iyi algılayabileceklerini düşünüyorum. Tıpkı On Emir gibi. Emirleri uygulamaya çalışan dindarlar ve pratikte bilip de hayata geçirmeyenler olduğu gibi…