Bir buçuk yıl önce Gazze olayları sırasında büyük tedirginlik yaşadık; gazeteye gelen çok sayıda, her türlü eleştirel boyutu aşan, tehdit niteliğinde mesajlar bizleri son derece üzmüş, ‘eşit vatandaşlık’ söylemi bir yana can güvenliğinden bile kaygı duymuştuk. İsrail’in Mavi Marmara gemisine gerçekleştirdiği operasyondan sonra ise durum farklılık arz etmekte…
Mavi Marmara gemisinde, dokuz kişinin hayatını kaybetmesi ile sonuçlanan kanlı olaydan sonra, medyada bile ‘acaba bir 6-7 Eylül vakası yeniden yaşanır mı?’ diye karamsarlığa kapılanlar olduysa da ne gazetemize Gazze Savaşı esnasında olduğu kadar ters yönde mesajlar geldi, ne de Türk vatandaşı Yahudilere yönelik herhangi bir taciz olayı kulağımıza çalındı.
Bunda başta Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; “Musevi vatandaşlarımıza yönelik kimsenin kem gözle bakması, farklı bir davranış içine girmesi söz konusu değildir, olmaz, olmamalıdır” yönündeki kararlı ifadesi ve Rahmi Turan gibi köşe yazarlarının; “Biz Türkiye’deki Musevi Cemaati’ne sevgiyle, saygıyla yaklaşmaya devam ediyoruz. Onlar bizim kardeşimiz, dostumuz, arkadaşımızdır. Bu topraklarda kader birliği ettiğimiz, ülkemizi paylaştığımız Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır” (Hürriyet, 3.Haziran) yönündeki söylemlerinin de etkin olduğunu varsayabiliriz.
Ancak Türkiye’nin 1956’ların Türkiye’si olmadığını, uluslararası alanda bir güç haline dönüşen ülkemiz halkının da basit tahriklere gelmeyecek kadar olgunlaştığını, geçmişte yapılan hataların enine boyuna eleştirildiğini ve tabuların yıkıldığını biliyoruz. “Birkaç kendini bilmez her zaman çıkar” diyenleri duyar gibi oluyor, bu yönde her türlü önlemin alındığına inanmak istiyorum. Nitekim ne cenazelerin ardından, ne de Cumartesi günü gerçekleşen protesto mitinginde herhangi bir olayın yaşanmamış olması bunun kanıtıdır.
Yetkililer de, her türlü densiz hareketin uluslararası platformda tüm kazanımları bir anda yok edeceğinin bilincindedirler.
On yılda her şey nasıl da değişiyor. Yıl 1999, deprem sonrasında aralarında Türkiyeliler Birliği, Kibutzlar Birliği, Latet gibi sivil toplum kuruluşlarının başlattığı ‘Depreme Yardım Kampanyası’ sonucunda İsrail’de toplanan beş konteyner gıda, ilaç ve giyim malzemesi (yaklaşık100 ton) Kavlan Şirketi’ne ait bir gemiyle İstanbul’a gelmiş ve gazeteden birkaç gönüllü ile Kızılay’a teslim edilen yardımın dağıtımı çalışmalarına katılmak üzere Adapazarı’na gitmiştik. Bir süre sonra da depremzedeler için inşa edilen Türk-İsrail Köyü’nün açılışı vesilesi ile İsrail Başbakanı Ehud Barak, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Başbakan Bülent Ecevit tarafından karşılanmıştı. (Mavi Marmara gemisi ile gönderilen yardım tutarı 25 tondur ve Gazze’ye her gün 100 ton malzeme girmektedir.)
Sihirli bir el mi değdi de her şey altüst oldu demeyeceğim; son gelişmelerin iki ülke arasındaki dostça ilişkileri en alt düzeye indirdiği, hatta kopma noktasına getirdiği apaçık ortada. Bunda İsrail hükümetinin Filistin ile barış konusunda sert ve uzlaşmaz tavrının da etkin olduğu söylenebilir.
Ancak 28 Nisan tarihli gazetemizde, köşe yazarlarımızdan Denis Ojalvo “Paradigma kayması…” başlıklı yazısında; “Türkiye Cumhuriyeti’nin dış siyasetini Filistin eğilimli bir sivil toplum kuruluşunun tayin edebileceğini düşünmek abesle iştigal olmakla beraber, ‘Rotamız Filistin, Yükümüz Özgürlük’ sloganıyla içinde TBMM’den milletvekilleriyle yola çıkarılması tasarlanan ve Gazze Limanı önündeki İsrail ablukasını delmeyi amaçlayan bu geminin eylemlerinden TC hükümetinin haberi olmaması sanırım mümkün değil” demekte ve endişesini dile getirmekteydi.
Bir ay kadar önce ‘geliyorum’ diyen ve stratejik ortak iki ülkeyi nerede ise savaş ortamına sürükleyen krizin ön sinyallerini gazetemizin bir köşe yazarı sezinleyebiliyorsa bu tehlikenin TC hükümeti tarafından öngörülmemiş olması düşünülemez. Yoksa gemilerin Gazze’de ambargoyu delme girişimine İsrail’in izin vermeyeceği akla gelmemiş miydi?
Sonuç olarak, İsrail Güvenlik Kabinesi’nde tartışılmaksızın, Natanyahu-Barak ve Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi ile sadece üç kişi arasında kararlaştırılan bu operasyon Hamas’ı meşrulaştırmış, Gazze ablukasını dünya gündemine taşımış, Filistinliler arasında mevcut bölünmenin ortadan kalkması yönünde önemli bir adım oluşturmuştur.
Mahmud Abbas kendi meclisinde yaptığı konuşmada, Türkiye’den söz ettiğinde, tüm delegeler ayağa kalkarak alkışlamışlar ve Filistin Devlet Başkanı da artık Hamas ile birlik içinde olmanın zamanının geldiğini dile getirmiştir.
Türkiye’nin tüm Arap yönetimleri nezdinde değilse bile bazı Ortadoğu ülkelerinde yıldızı her geçen gün parlamakta iken İsrail’i sıkıntılı günler beklemektedir.
2009 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 2,5 milyar dolara ulaşmıştı. Bini aşkın İsrail firması halen Türkiye ile ciddi ilişkiler içinde. Ekonomik yönden durum böyle iken karşılıklı dile getirilen boykot söylemlerinin gerçekçi olmadığına ve siyasi yönden de er veya geç taşların yeniden yerlerine oturacaklarına olan inancımızı yitirmek istemiyorum.