Eflatun’a, insanoğlunun şaşırtan davranışları nelerdir diye sormuşlar. Ünlü düşünür şöyle yanıtlamış:
1- Çocukluktan sıkılır, büyümek için acele eder, sonra da çocukluğunu özler.
2- Para kazanmak için önce sağlığını harcar, sonra da onu geri kazanmak için sağlığını yitirir.
3- Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar, sonra da hiç yaşamamış gibi ölür.
4- Hayata hazırlanmaya o kadar çok zaman harcar ki, hayatı yaşamaya zamanı kalmaz.
5-İnsanoğlu geleceğini o kadar çok düşünür ki, bugünün avuçlarının içinden aktığını fark etmez bile. Oysaki hayat ne geçmişte, ne gelecekte, yalnızca içinde bulunduğumuz bu anda yaşanır demiş.
Yaşadığımız an!
Gözlerimizi açıp kapayıncaya kadar, nasıl da yitip gidiyor, yaşantımızın sonbaharına gelinceye kadar hiç kestiremiyoruz. O anlar geçmişte kalıyor. Artık onu bir kez daha yakalamamız olanaksız.
Tolstoy’un Doğu mistizmi tadında kaleme alınmış güzel bir öyküsü var: Kimi yayında En Önemli An, kiminde de Üç Soru adlarıyla çevrilmiş. Ünlü yazar bu öyküsünde üç soruya yanıt aramaktadır:
En önemli kişi?.. En uygun zaman?.. En önemli iş?..
Öykünün son satırlarında bu soruların yanıtlarını buluyoruz:
“Tek önemli zaman vardır, içinde bulunduğunuz an. O an en önemlidir, çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir. En önemli kişi, kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez. En önemli iş ise iyilik yapmaktır, çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek nedeni budur.”
Gerek kendimiz için, gerekse başkalarıyla olan ilişkilerimizde, bir an’ın değerini, ancak onu yitirdiğimizde anlıyoruz. Üzülsek, hayıflansak da olan olmuş, geçen geçmiştir.
Amerikan dizi filmlerinden tanıdığımız ünlü oyuncu Michael Landon’un, ilgimi çeken şu sözlerini bir kenara yazmışım:
“Daha hayatımız başlarken biri bize ölmekte olduğumuzu söylemeli. O zaman hayatımızın her anını dolu dolu yaşardık. Bir yapın da bakın! Yapmak istediğiniz neyse, şimdi yapın! Yarınların sayısı çok değil.”
Kuşkusuz bu sözler hiçbirimize yabancı değil, acaba kim doğru zamanda doğru kararlar vermiş, doğru işleri yapmıştır. Bir ömür boyu belki binlerce kez, “keşke” ile başlayan hayıflanma tümceleri kurmuşuzdur.
Ünlü yazar Jorge Luis Borges’in “Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya” diye başlayan, çoğumuzun bildiği Anlar şiirinin birkaç dizesi şöyle:
“Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.”
Asıl can alıcı soru şu olmalı: Bilsek de, yapabiliyor muyuz?