Dr. Hatice Doğan’ın doktora tezi Gözlem Yayınları tarafından yayımlandı. Bu bilimsel araştırma Maymonides’in yaşadığı sosyal ve kültürel çevreyi ve en önemli eseri More Nevuhim’i inceliyor ve Rambam lakaplı bu efsanevi kişiliğin varlık âlemini algılama biçimine ilişkin bilgiler sunuyor.
Lise yıllarımda Rousseau, Kant, Descartes, Hegel gibi filozoflar, felsefe dersinde, uzun uzadıya, her biri birkaç ay boyunca öğretilir, belli eserleri enine konuna işlenirdi. Gerçekten Fransız Liseleri’nde iyi bir eğitim aldığımıza inanıyorum.
Üniversitede ise, birinci sınıfta, ‘Hukuk Başlangıcı’ dersinin bir bölümünde, bilmem ne ilgisi varsa, fazla kalın olmayan bir ders kitabında, tarihte gelmiş geçmiş beş yüze yakın düşünürün, en fazla her biri için bir sayfayı geçmeyen görüşleri aktarılmaya çalışıldı. Ezberciliğe dayanan çarpık öğretimin tipik bir örneği…
Bu düşünürlerin arasında Maymonides gibi XII. yüzyıla damgasını vuran bir din bilgini, filozof ve hekimin yer almamış olması düşündürücüdür.
Rambam diye de anılan Maymonides sadece Yahudilik için değil, İslam düşüncesi ve insanlığın tarihi açısından da büyük önem taşımaktadır. Kendisi batı dünyasını da etkileyen İbn Rüşd, Farabi, İbn Sina, Gazali gibi ünlü pek çok İslam düşünürden etkilenmiş, ayrıca Yahudi düşünce sistemiyle Aristo ve Yunan felsefesini uzlaştırmaya çalışmıştır.
Endülüs döneminde İspanya’da ‘Yahudi Rönesansı’ yaşanırken Muvahhid Hanedanı’nın Maymonides’in doğduğu kent Kurtuba’yı (Cordova) işgal etmesi ve Yahudileri Müslüman olmaya zorlaması üzerine bunu kabul etmeyen pek çok aile gibi onun ailesi de göçe zorlanır. Ancak düşünürün anılarında, çocukluk ve ergenlik yıllarının İspanyası büyük iz bırakacak, başlıca eserlerini kaleme aldığı Mısır’da bile yapıtlarını ‘el-Endülusi’ şeklinde imzalayacaktır.
Maymonides, en önemli yapıtı “More Nevuhim”de, Tora’da açıklanması gereken pek çok gizemin var olduğu belirtir. Yahudi düşüncesinin en önemlileri arasında yer alan bu teolojik-felsefi araştırmada Rambam, “Tanrı’nın, yarattığı insanlar ile arasında hiçbir benzerliğin bulunmadığı, O’nun yaşamının yaşayan diğer canlıların yaşamına, O’nun bilgisinin bilenlerin bilgisine benzemediği” yorumunda bulunmakta ve Kutsal Kitap’taki ters yönde bazı yanlış anlaşılmalara yol açabilecek terimleri irdelemektedir.
Örneğin Maymonides bu eserinde, İbranice ‘suret’ anlamına gelen ‘tsilum’ kelimesinin sözcük anlamının şekil ve biçimin kopyalanması olarak tanımlandığını, oysa Tora’da yer alan; “Tanrı insanı kendi suretinde yarattı” ifadesinden, Tanrı’nın tıpkı insanlar gibi ‘bir yüzü’ ve ‘eli’ varmışçasına bir bedeni bulunduğu şeklinde yorumlanamayacağını, bu ifadelerin salt insanın Tora’yı algılamasını kolaylaştırmayı amaçladığını, yoksa şekli bir oluşumu ima etmediğini açıklamaktadır.
Keza düşünür, “Moşe’nin Tanrı’ya bakmaktan korkup kendi yüzünü saklamasını” yorumlarken ‘bu şekilde bir bakışın’ ancak korku ve sakınmanın bir anlatımı olabileceğini, Moşe’nin, bizzat tecelli eden ışığa bakmaktan korktuğu için yüzünü sakladığını, yoksa Tanrı’yı gözle kavramadığını belirtir.
Maymonides’e göre; Tanrı, bilinmeyen sıfatlara sahip olan tanımlanamaz bir cevherdir. Bu bakımdan Tanrı’nın bize ait olan nitelik ve sıfatlarla benzerlik taşıdığını yadsırsak, Tanrı’nın da bizimle aynı türden olmadığını kabul etmiş oluruz.
Bu yazımdaki bilgileri büyük ölçüde, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Hatice Doğan’ın doktora tezi; “Maymonides’in Hayatı ve Eserleri” başlıklı kitabından yararlanarak aktardım. İlkin bilimsel araştırmasını ülkemizde böylesi bakir bir konuyu ele alarak gerçekleştiren Dr. Hatice Doğan’ı kutluyorum. Kitabın Editörü Yusuf Altıntaş ve Yayına Hazırlayanı Gila Erbeş’in bu eserin okura sunulma aşamasında önemli katkıları bulunduğunu biliyorum.
Gözlem Yayınevi’nin böylesi önemli bir projeyi, bir doktora tezinin bilimsel bir nitelik taşıdığı ve okunmasının belli oranda daha özenli bir çaba gerektireceğini göz önüne alarak yaşama geçirmiş olması övgüye değerdir.
Maymonides en ünlülerinden biri olmakla birlikte Ortaçağ İspanya’sında yetişmiş tek Yahudi düşünür değil. Yehuda ha-Levi, Salamon İbn Gvirol, Moşe Ben Ezra gibi daha niceleri var. Bu düşünürlerin Türk felsefe dünyasına tanıtılmaları gerçekten önemli…
Ayrıca dinlerin sadece kutsal metinlerden okunarak tam olarak kavranamayacağı, yorumların büyük katkı sağladığı düşüncesinden de yola çıkarak bu türden çalışma ve girişimlerin sürdürüleceğini umut ediyorum.