Micheal AUSLIN
Aslında Bizans İmparatorluğu’nun tarihini okumak genel anlamda üzücü bir deneyim. Doğu, birleşik Roma İmparatorluğu’nun zaferinden, konumunu ve etkisini sürdürmek için mücadele veren ve bu arada da Romalı özelliklerini yavaş yavaş kaybeden bir hale geldi. İmparator Justinyan’ın ölümünden bir asır sonra, Bizans’daki Roma kalıntıları yerini Yunan etkisine bıraktı. Tabii ki bu değişim, İmparator Konstantin’in kendisi ile başlamıştı. İmparator’un Hıristiyanlığı kabul etmesi, Romalı kültürüne meydan okumanın ilk işareti oldu.
Bizans İmparatorluğu’nun tarihi hem bugünün politik dünyası için, hem de belirsiz bir dünyada geleceğini görmek isteyen Yahudiler için öğretici bir örnek oluşturuyor. İmparatorluk, sadece zayıf liderlerle uğraşmadı. Dört bir yandan yabancı düşmanlar tarafından da sarıldı. Perslerden Müslümanlara, Slavlardan Gotlara, dört bir yandan gelen istila ve tehditlerden hiç nefes alamayan imparatorluk, en iyi generallerini devamlı olarak doğu sınırından batıya, batıdan doğuya muharebe alanlarına koşturdu. Çoğu zaman ise başkentteki liderler, generallerin güvenilirliği hakkında şüphe duydular. Bu arada Bizans ekonomisi de yapılan israflı harcamalar ve imparatorluğun dışındaki barbar kabilelere sınırlardan uzak durmaları için verilen rüşvetler nedeniyle istikrarlı olarak zayıflıyordu. İmparatorluğun alanı, sadece Konstantinopolis’in kendisi kalana dek, devamlı olarak küçüldü. Kısacası Bizans İmparatorluğu’nun tarihini okumak aslında iki soruya cevap aramak demek: Bu kadar fazla tehdit ile karşılaşan büyük politik teşekküller nasıl hayatta kalabilir ve imparatorluklar (ya da devletler) zamanla tükenir mi?
Bizler günümüzde tarihe iz bırakacak özel bir döneme giriyoruz; lider devletlerin güçlerinin, kaynaklarının ve isteklerinin dört bir yandan tehdit altında kaldığı bir döneme… Bugün Amerika’ya baktığımızda sormamız gereken soru, ülkenin karşı karşıya kaldığı tüm meydan okumalara başarı ile nasıl cevap verebileceği… Son on yıldır ABD, Ortadoğu’da iki savaşta yer aldı ve ülke artık savaştan yorgun. Görünüşe göre, İran yakında atom bombasına sahip olacak ve büyük olasılıkla bu durumun Ortadoğu için sonuçları korkunç olacak. Doğuda ise Çin’in askeri gücü son on yıldır artıyor ve Pekin artık, bölgesel anlaşmazlıklarda komşularına karşı kabadayılık yapma konusunda daha hevesli. Diğer taraftan Venezüella, Güney Amerika’daki liberal demokrasi ve ekonomilere meydan okurken, Guatemala gibi bölgedeki küçük ülkeler de baskı uyguluyor. Tüm bunlara Kuzey Kore’nin nükleer gücünün yarattığı bölgesel problemler, Afganistan’ın bir devlet statüsüne geçemeyişi ve Meksika’nın uyuşturucu çeteleri ile savaşı nedeniyle yaşadığı istikrarsızlık ekleniyor.
Tüm bunlara karşın, lider liberal milletler, 2.Dünya Savaşı sonrası oluşan uluslararası düzeni koruma sorumluluğunu bırakmaya başladı. Birleşik Krallık (İngiltere), Fransa, Almanya ve Japonya askeri bütçeleri küçültürken, askeri gücünü de azaltıyor. ABD, Çin’in gücünü aleyhine çevirmemek için tedbirli davranırken Taliban’a karşı yürütülen savaşın başarı ile sonuçlanıp sonuçlanmayacağına bakmadan Afganistan’dan çekilmeyi planlıyor. Hiçbir ülke İran’ı atom silahı üretme alanında tehdit etmeye hevesli değil. Ve Birleşmiş Milletler de dünyanın politik ve ahlaki düzeni sağlama konusunda tamamen etkisiz…
Peki, bu dünya savaşının yaklaştığı anlamına mı geliyor? Hayır, henüz değil. Ancak, bu durum önümüzdeki birkaç on yılın, geçtiğimiz döneme kıyasla daha istikrarsız olacağını ve çekişmelerin, çatışmaların daha fazla olacağının sinyalini veriyor. 2. Dünya Savaşı sonrasının uluslararası liberal düzeninin bozulması, Roma İmparatorluğu’nun yıkılması ile karşılaştırılabilir: her şey bir gecede değişmedi, birdenbire bir savaş patlamadı. Ancak Roma’nın düşüşü ve Konstantinopolis’in mücadeleleri, belirsizlik, güvensizlik ve istikrarsızlık dönemini beraberinde getirdi.
Böyle zamanlarda, Yahudiler her zaman hedef olmuşlardır. Yerel ve uluslararası ahlaki normların çöküşü, Yahudilerin Roma İmparatorluğu gibi imparatorluklar altında sahip oldukları korumalardan mahrum bırakıyor. Yıllar boyunca süren huzursuzluk, Haçlılar döneminde Avrupa’da olduğu gibi, Yahudi toplumlarına yönelik zalim saldırılar anlamına gelir. ABD ve müttefikleri gibi bugünün laik güçlerinin, uluslararası sistemi koruyacağına ve bunu yaparak Yahudi toplumlarını dünyadaki düşmanlarının merhametine ihtiyacı olmadan koruyacağını umut etmekten başka bir şansımız yok.