Yetmişli yıllarda ve tabii daha önce evlenenler, Entrevista sözcüğünün anlamını gayet iyi bilir. Aslında çok derinlerde aramaya gerek yok, entrevista görüşme demek ama nasıl bir görüşme? Hadi gelin biraz nostalji yapalım ama bu kez, kendimizi annemizin yerine koyalım.
Yirmili yıllarda doğan annelerimiz, kazamentera denilen ve mahalle mahalle dolaşarak onun oğlu bunun kızına diyerek gençleri aklınca eşleştiren çöpçatanlara aşinaydı. Şimdi aynı işe sosyal paylaşım siteleri aracılık ediyor. Peki, yetmişli yıllarda ne oluyordu?
Efendim, Beatles bütün dünyada fırtına estirir, ’68 kuşağı dünyayı değiştirmeye çalışır ve John Lennon ölümünden önce “Biz sadece saçlarımızı uzatmayı başardık” diye itiraf ederken, Türk Yahudileri çok büyük bir acele ile evlenmeye, bir an önce çoluk çocuğa karışmaya çalışıyordu. Bir kız on sekiz yaşına gelmiş de evlenmemişse, artık evde kalmış sayılıyordu. Otuz yaşına gelmiş de evlenmemiş erkeklerden söz etmeye gerek bile yoktu. Umutsuz vaka!
Diyelim ki kızınız 17 yaşını bitiriyor. Son iki yaz Adalar’a, Modalar’a gittiniz, kışın cumartesi günleri Konak Sineması’na beş seansına gönderdiniz, mıh! Yok, bu böyle olmayacak. İyisi mi, bu düztabana bir Entrevistin uygulamak. Dozunu zamanla ayarlarsınız. Kız evlâttan söz ediyorum ama erkek anaları için durum pek farklı değildi. Onların bir avantajı vardı gerçi. Seçici konumundaydılar ve “Ver şu parayı, al şu uğursuzu” diyebiliyorlardı. Anlayana...
Neyse, tekrar annemiz olalım. Dosta düşmana, konu komşuya bir haber salarsınız: Uygun bir çocuk var mı? Şöyle okumuş, görgülü, geleceği umut vaat eden, un ijiko de buena famiya (iyi aile çocuğu). Şimdi iyi aile çocuğu ne demek? Sizin aileye uyum gösterecek, ailesi sizinle aynı dili konuşan, yüzü gözü düzgün, yirmi üç, bilemedin yirmi beş yaşında biri işte. Üniversiteyi okumuş, askerliğini de yapmışsa, yirmi yedi yaşında olabilir ama yirmi sekiz? Iıh.
Valla o zamanlar katı olsun, arabası olsun, pek bakılmazdı. Eline para verirseniz, onu üretebilsin, kızınıza baba evinde alıştığı hayatı aratmasın, yeter. Ne zamanlarmış o zamanlar ki, zampara mı, gözü dışarıda mı, kızıma dayak atar mı diye düşünmeye gerek bile yoktu çünkü erkeğin öylesi yok denecek kadar azdı. Olsa da bilinirdi zaten.
Günün birinde telefon çalar ve dost mu, düşman mı, daha sonra anlayacağınız bir tanıdık, “tam senin kıza göre bir oğlan buldum” der. Ee, nasıl tanıştıracaksınız çocukları? Malınızı biliyorsunuz, sizinle sokakta yan yana yürümeye bile utanan kız, ailece çıkıp elin oğlu ile mi görüşecek? Öyleydi çünkü o zamanlar. Anne baba ile birlikte çıkmak? Cızz! Ayıp. Kız kendi arkadaşlarıyla çıkacak, kocanla sen de kendi arkadaşlarınızla. Kaynanan peşine takılabilir, o başka. Ama ne o, aile saadeti durumları? Kız günlerce evde tek başına oturur da, sizinle çıkmaz.
Neyse, korka korka kıza anlatırsınız, şöyle şöyle biri varmış, aman nasıl da iyi bir çocukmuş, altın gibi bir kalbi varmış. Kız o an anlar ki, çocuğun tipinde iş yok. Ne yapsın o yaşta altın gibi kalbi? “Ee?” diye sorar. “İşte, cumartesi akşamı saat tam sekizde zili çalacak, sen kapıya ineceksin. Birlikte Divan Pub’a gideceksiniz. Sohbet eder, birbirinizi tanımaya bakarsınız...” Başardınız, bir doz Entrevistin attınız kızınıza!
Cumartesi gecesi kalbinizde çarpıntı, midenizde pırpırlar, kuğular gibi görünen kızı uğurlar, sonra da beklemeye koyulursunuz. Hayal kurmadan edemezsiniz tabii. Çocuk çok yakışıklı çıktı, kız beğendi, nişan kıyafeti, gelinlik, Neve Şalom’da düğün, hepsi bir film şeridi gibi geçer gözünüzün önünden. Gecenin bir saati, anahtar kilide sokulurken ortadan kaybolursunuz çünkü deneyimlisiniz. Kızdan okkalı bir azar işitmeye hiç gerek yok. Sabahı sabah eder, ilk iş kızın yüzüne bakarsınız. Yok, bu iş olmadı dersiniz içinizden. “Neden hanum?” Ardından bir dert daha. “Ben şimdi ne diyeceğim Madam Fulanika’ya? Peki, ne olur bir daha görüşsen? Bir kerede anlaşılır mı? Ben babanı ilk gördüğümde dedim ki...”
Bazen başarırsınız bir Entrevistin daha atmayı. Ancak bu kez işi şansı bırakmaz, doğrudan Forte dozunu uygularsınız. O da yaramazsa?...
Şöyle geriye dönüp bakıyorum da, 17, 18, 19, 20, 21 ve 22 yaşında evde kalmış bir kız olarak, annem bana belki 50 tane Entrevistin Forte attı. Teşvikten umutsuzluğa, tehditten gözyaşlarına kadar her şeyi denedi ve sonunda “Ne halin varsa gör!” dedi. “Artık seninle ilgilenmiyorum. Kocanı sen bulacak, sonra getirip bana tanıştıracaksın.”
Yetmişli yıllarda evlenmemiş olmak, toplum gözünde affedilmez bir kusur ve suçtu âdeta. Yirmi bir yaşında iken, yirmi yedi yaşında bir çocuk (erkek yani) bana şöyle sormuştu: “Bu yaşa kadar niye evlenmedin?” Yüzündeki umutsuz ifadeyi hiç unutamam. Oysa cevabım öyle basitti ki: “Beni beğenenleri ben beğenmedim, benim beğendiklerim de beni beğenmedi”. Ağır ağır başını salladı çünkü onun başına gelen de aynısıydı.
O zamanlar bilmiyorduk ki, en büyük ve tabii en başarılı çöpçatan, Kutsal Olan’dır. Evliliklerin Göklerde ayarlandığını da bilmiyorduk. Ruh ikizi (Zivug) diye bir kavramdan haberimiz yoktu. Varsa yoksa yakışıklı, mesleği olan bir koca diye tutturmuştuk. Ben fazladan bir de kültürlü olsun, birkaç dilde ne dediğimi anlasın istiyordum ki, işim iki belki de üç misli zordu.
Kutsal Olan kocamı bana birkaç kez gösterdi; bir keresinde Neve Şalom Sinagogu’nda bir düğünde. Onu tamamıyla tarafsız bir gözle incelememe izin verdi. Aynı şeyi eşim için de yaptı tabii. Başarısız ilişki girişimleriyle burnumuzun yere sürtülmesini sağladıktan sonra ortak bir tanıdığımızı görevlendirdi ve ciddi bir başlangıç yapmamıza imkân tanıdı. 23 Nisan’da ben 23 yaşındayken ‘çıkmaya’ başladık. Aramızda sözlendikten bir hafta sonra anneme gittim ve “yarın bir randevunuz var” dedim, “nişanlımın annesi ve babasıyla tanışacaksınız.” Aynı yıl 23 Kasım’da nikâhlandık. 23 uğurlu sayım mı? Bilmem... Başka bir uğurunu görmedim.
Yazımı gözleriniz yaşararak (!?) okudunuz ama Entrevistin Forte nedir anladık da, YM ne oluyor diye soracak olursanız, Yahudi Malı veya Yahudi Mark diyebilirim.
Göklerde ayarlanan evliliklerden önce birkaç doz Entrevistin ForteYM inanın o zamanlar iyi gelirdi... İnsanın aklını başına getirmesi açısından.