Vladi BENBANASTE
Geçen akşam yine entel dantel bir faaliyette bulundum; İş Sanat’ta ‘Strauss Festival – Orchestra Viena’ konserine gittim. Dünyalar tatlısı eşim bundan yaklaşık 2 ay önce sorduğunda her zamanki gibi; bilmem ki, o gün kar yağar, kelebek uçar, araba kayar filan gibi geçerli bahaneler ile konser teklifini savuşturamadım. Bu defa güçlü geldiler üzerime kızım ve oğlum da Strauss amcalarını dinlemeye gitmek istiyorlardı... Her ne kadar “Bu sizin bildiğiniz Levi Strauss değil bu Johann olanı; ‘gıy gıy’ müzik yapar” dediysem de ikna edemedim. Babaanneleri daha küçücükken onları konser sezonunda aşağı yukarı her ay Atatürk Kültür Merkezi’ne götürür ve onların hoşuna gidecek bale ve konserlerden oluşan seçme programları izlettirirdi. (Tiyatro Kolu Başkanı da kayınvalidemdir, tiyatro faaliyetleri ondan sorulur. Kolay değil sanatseverler yetiştirmek) Bizimkiler çok severlerdi bu programları, hatta uzun süre gitmedikleri zaman, ararlar ve sorarlardı “Ne zaman gideceğiz?” diye. Canım annemin; attığı sanat tohumları tutmuş. Bugün onlar birer ‘sanatsever’…
Tekirdağ’daki iş yerimden 16.30 gibi çıktım. Strauss bu!! Bekletmeye gelmez... Konser 20.00’de. Hımmm… Yemek yesek de mi gitsek yoksa saklasak, sonra mı yesek. Zor iş arkadaş konsere gitmek.!!! Şimdi, akşam akşam penguen gibi mi giyineceğiz, kon jaketas e kon papyonez. Yok, bayar beni, ben en iyisi koyusundan bir pantol ve abiye tarafından bir gömlek... Tamamdır. Çekemem simdi kravattı, papyondu. Zaten karanlık kim görecek beni? Konsere bir saat kala evdeyim, yolda gelirken planladığım şeyleri acilen giydiğim gibi çocukları alıp… Aaa!!! Kızım nerde? Bugün finali varmış yetişemezmiş. Gelemeyecekmiş. İyi… Kalan sanatseverler bizimdir. İnsanın erken çoluk çocuğa kavuşması iyi bir şey, oğluma anahtarı uzatıp; “İş Kuleleri” diyerek arka koltuğa keyifle kuruldum.
Konser başlamak üzere, ben ilk defa gidiyorum, kocamaaan bir salon. Bilin bakalım kimler yok... Sanatsever bir cemaatiz, selam vere vere yerimize oturduk. Sordum, cemaat yararına olan bir satıştan mı aldık bileti, yooo bilet- ikiz’den almışız. Konsere iki ay kala almayı başardığımız bilet yerine bakılacak olursa kapış kapış gitmiş zaten hiç boş yer yok... Daha doğrusu bir tek boş yer var o da ‘fin al Sarıyer’de olan ve final imtihanında ter döken luzya de mi kaza’nın! Annemi çağırdım gelmedi, ona buna yalvar yakar oldum, yüz veren çıkmadı. Tüm sanatseverler, benim biletime gelince tükendi... Eeee naaapalım bilet elimizde kaldı kon los mokoz... Oraya da paltolarımızı koyduk. Yer benim değil mi arkadaş?
Yaklaşık 40 kişilik orkestra yerini aldı, Şef Peter Guth (elimde program var oradan bakıp yazıyorum) alkışlar içinde yerine geldi. Tüm orkestra beyaz papyonlu, uzun kuyruk anlayacağınız sahnede biii sürü penguen... Hanımlar son derece zarif, şık... Sahnede kalite, fevkaladenin fevkinde. Şef Peter, yaramaz bir çocuk, sürekli bir muziplik peşinde... Mutlu, neşeli bir adam ve bu enerjisini tüm salona kısa bir zamanda yaymayı başardı... Adam başlı başına bir şov... Hani olur ya bazen; o kadar güzeldir ki bitmesini istemezsiniz. İşte aynen ondan... Konserde görsel şölen de düşünmüş bazı eserler seslendirilirken bir balet ile bir balerin sahnenin ön tarafında danslarını sergiliyorlardı... Bir de bir soprano kızcağız vardı ki: ‘Barbi bebek’... Zarif, güzel, alımlı. Ne diyelim Allah sahibine bağışlasın... Bu kızcağız ve tenor delikanlı da kulağıma yabancı gelmeyen birçok eseri seslendirdiler. “O”mama (Yiddıshe Grand mama) sağ olsun o da annemin torunlarına yaptığı gibi, bizlere klasik müzik zevkini aşılamaya çalıştı elinden geldiğince...
Konserin sonlarına doğru (şef) Peter Amca halimize acıdı mikrofonu alarak; “Biz bütün gece sahnede çaldık, söyledik, dans ettik siz ise koltuklarınızda öylece oturdunuz, şimdi sıra sizde: ayaklarımızı yere 4 kez vurun sonra ellerinizi yanınızdakinin eline 3 kere” dedi. Tüm salon bunu büyük bir coşku ve neşe ile uyguladı, herkesin yüzünde çocuksu bir gülümseme vardı. Konserin sonunda Şef, herkese sıcak bir veda etmek için yanına solistleri, dansçıları ve solist kemancıları alarak seyircilerin arasına indi. Tahmin edebileceğiniz gibi alkış alkış alkış... Sonuçta güzeldi... Sizler de ara sıra böyle entel dantel faaliyetlerde bulunun, pişman olmazsınız.
Soooonaa, konserden çıkıp eve gittik ve pijamalarımızı giyip mışıl mışıl uyuduuuuuk... Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine... (Bundan sonrasını yavaş sesle okuyun Dr. Mordo duymasın; 3-4 gün sonra randevum var, göbeğim azalmak bir yana tüm ihtişamını koruyor) İşin gerçeği, demiştim ya bu konsere yesek de mi gitsek yoksa.... diye işte sıra gecenin olmaz ise olmazında nereye gidelim ne yapalım derken, “Eh geç oldu söööle hafif bir şeyler yiyelim bu saatte ağırlık yapmasın” kararı aldık, zaten bu saatte de çok alternatif yok, Arnavutköy’e inerken, hani var ya, ince ince lavaşların içinde… Hani yenir ya... Anladın sen onu... İşte ondan yedik... Hem de fin al patladeyar... Saatler gece yarısını geçtiğinde, bir yiyen pişman bir yemeyen misali, TV karşısında, elimde soda, uyuyabilecek kıvama gelmeyi bekliyorum…
Sevgiyle kalın, sanatsız kalmayın.