Geçen yazımızda çocuklarımızın verdiği detaylı, ayrıntılı ve uzun açıklamalar ile nerede olduğuna dair bilgileri aldık, kaçta geleceklerini öğrenip huzura ermiştik. Daha doğrusu huzura erdiğimizi zannetmiştik…
Şükür çocuklar çıktı. Her ikisinin de kimlerle nerede olduğunu ve yaklaşık ne zaman dönecekleri konusundaki verdiğimiz sınavdan çakmış vaziyette eşimle TV seyrediyoruz, t-mon yanımızda (sadık dostum); yarı uyuklama, yarı sohbet şeklinde yatakla buluşacağımız süreyi, tüketiyoruz. Şimdi zaman; harika bir anne olan eşime, aslında merak edilecek bir şey olmadığını, çocuklarımıza iyi eğitim verdiğimizi, doğru ile yanlışı ayırt edecekleri konusunda onlara duyduğumuz güveni, aklı başında, kocamaaaan üniversite öğrencileri olduklarını, anlatma zamanı… Kabul etmek gerek, bizim annelerimiz ‘bir başkadır’. Ellerinde olmadan, farklıdırlar, hayatları endişelenmek üzere programlanmış, var olmuşları buna dayanmıştır. Annelik içgüdüleri genetik olarak binlerce yıllık bir geçmişten günümüze pek az değişiklik göstererek ulaşmıştır. ‘Jewish mother’ denildiğinde (bunun daha da eski bir versiyonu var; ‘yiddshe mama’) sevgi dolu, meraklı ve endişe dolu sürekli çocuklarını düşünüp, olağanüstü bir ilgi ile onları koruyup kollayan, bu prototip gelir akla. (Genelde) Çocukları için endişelenmeyi 11. emir olarak kabul eder. Bu düşünce yaşamlarını biçimlendirir! Biz babalar (yine genelde) genetik olarak daha iyimser bir yapıdayızdır. Çocuklardan biri, herhangi bir sebep ile haber alınamadığında, bizler bunu; onların başına ‘kötü bir şey’, (saate göre) çok kötü bir şey geelmiştir, hikâyesine bağlamayız hemen…
TV karşısında mayışmış şekilde Osmanlı Sarayı’nda uluslararası ilişkiler dizisini seyrederken eşim “Arasana şu kızını varmış mı bakalım gideceği yere?” diye sordu. Durum kötü çünkü ‘kızımızı’ demedi, ‘kızını’ dedi… “Canımın içi, ben merak etmiyorum ki… İstersen sen ara” diyeceğim, değişen bir şey olmayacak; arasam, kızım nasıl olsa duymayacak… Üniversite imtihanlarına hazırlanmak daha kolay… Doğru olan cevap; “Pek tabii ki ararım canımın içi. Zaten işte tam şu anda benim de içimden ‘şu kızımı bir arasam ne iyi olur şeklinde’ geçmişti… Kalp kalbe karşıymış…” Arıyorum; ‘dıııt, dııııt; aradığınız kişiye su anda ulaşılamıyor.’ Aaaa neden şaşırmadım ben? Karıma yönelip; “ulaşılamıyormuş, daha sonra yeniden deneyiniz diyor…” diyorum. “Biz de öyle yaparız koskoca Selocan’dan daha mı iyi bilicen, sonra diyorsa sonra ararız, demek ki meşgul, demek ki cevap veremiyor…” Dedim ya uluslararası bir gizli görev söz konusu… Eşim pek de memnun olmamış bir tarzda Sülümanın dizisine dönüyor… Yaklaşık 3 dakika sonra, “Yanında kim var demişti?” diye soruyor… İşte!!! İşte bütün sorun da bu… Kim var acaba yanında? Bildiğiniz üzere bu tip görevlerde çalışma arkadaşları açıklanmaz… “Bilmem” diye cevaplıyorum önemsememişçesine… “Galiba Mordehay var dediydi bir ara…” Hani şu Amerika’dan gelip ha bire sürpriz parti yapan… “Hımmmm” diyor eşim… Bir kademe daha meraklanarak… Ben de içimden “ının ın ının ın ının ın” diyorum sessizce… Bundan sonraki soruyu biliyorum; arasak mı acaba? Eşim, “Arasak mı acaba?”diyor. “Bilmem; sen bilirsin istersen arayalım” diyorum… “Yok, gerek yok” diyor… Süleyman dizisinde işler karışık… Anlamıyorum ki seyrettiğimi… Eşim, “Sen merak etmiyor musun” diye soruyor. “Yooo” diyeceğim… Olmayacak , “Ararız birazdan, şu reklamlar bi girsin” diye geçiştiriyorum. Ne olur yani şu telefonu duysan, benim huzurumu kaçırmasan diye ‘marmelat de mi kaza’ya kızıyorum içimden. Sayılı zaman geçer; reklamlar geldi… “Aradın mı?” diyor. “Arayacak mıydım?” diyorum. “Bilmem? Ara bi istersen…” diye topu taça atıyor… Arıyorum… “Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor…” Anladık, anladık da gel bunu bizimkine anlat… Yavaş yavaş endişenin dozu artıyor. Dedim ya bu yüzyıllar gerisinden gelen, genetik endişelenme üzerine ihtisası var, Mastırı var, doktorası var… İyisi mi Mordehay’ı arayalım; dııııt dııııt “Alo? Kızımcım duymuyorsun beni!”. “Aaaa baba beni mi aradın?” Şipşirin bir ses, kız, kızabilirsen. “Çok pardon babacığım… Valla duymamışım” “Bir dahaki sefere duy, e mi kızım.” “Tamam, babiş duyarım…” Biz babalar kızlarımız karşısında hep duruşumuzu koruruz… Ben şahsen kendim olarak hiç taviz vermem. “Tamam kızım, tamam problem değil… İyi misin?” Nassı oturtturdum ama cevabı, acayip mahcup olmuştur, bir daha asla yapmaz artık…
Dizi de bitmiş, eh! Artık yatabiliriz…
Eeeee, gün gelecek sizin de çocuklarınız olacak. Şu anki manasız meraklarımızı, endişelerimizi anlar olacaksınız… Ne demişler… Bir musibet (benim torun oluyor) bin nasihatten iyidir…
(Ben yazarken üslup olarak kendi ailemden bahsetsem de; bu yazıda bahsi geçen çocuklar hepimizin çocukları, evebeyinler, bizleriz…)
Sevgiyle kalın.